27 Şubat 2008 Çarşamba

[Daughters_of_Ataturk] TURBAN MAHKEMEDE - DAVA DILEKCESI METNI

TÜRBAN ANAYASA MAHKEMESİNDE...


Türban sorunu bağımsız Türkiye'nin laiklik davasıdır. CHP Anayasa
Mahkemesine başvurdu. Konuyu çok yönlü ele alan dilekçeyi okuyunuz...

İPTALİ VEYA YOK HÜKMÜNDE OLDUĞUNUN KARARA BAĞLANMASI İSTENEN KANUN
.......................................

:

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" un 1 ve 2 nci maddeleri

DAVA KONUSU ..........................................

:

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" un 1 ve 2 nci
maddelerinin iptallerine veya yok hükmünde olduklarına karar verilmesi
ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulması istemi.

İPTALİ İSTENEN KANUNUN YAYIM TARİHİ ....

:

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 23.02.2008 tarihli ve
26796 sayılı Resmi Gazete`de yayımlanmıştır.

I. OLAY

1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 4 üncü maddesinde,
"Anayasanın 1 inci maddesinde Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu
hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3
üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez" hükmü yer almaktadır.

Bu hükmün anlamı Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğunu, bu Cumhuriyetin
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen nitelikleri ve 3 üncü
maddesindeki ilkeleri değiştirmeyi öngören veya Anayasanın diğer
maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak değiştirme amacı güden herhangi bir kanunun teklif ve kabul
olunamayacağıdır.

Anayasa bu konuda yasama organına yetki vermemiştir. Anayasanın 6 ncı
maddesinde ise, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisi kullanamayacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle
Anayasanın 4 üncü maddesindeki yasağa aykırı olarak çıkarılmış bulunan
bir kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve
değişme yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir.

Diğer yandan Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında Anayasa
Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı bildirilmiştir. Bu
hükmün anlamı yasama organının, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı
düşen kanunlar çıkaramayacağıdır.

Anayasanın 9 uncu maddesine göre, yargı yetkisi, Türk milleti adına
bağımsız mahkemelerce kullanılacak; Anayasanın 138 inci maddesine göre
ise, yasama organı mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremeyecektir. Bu hüküm, yasama işlemleriyle mahkeme
kararlarının etkisizleştirilemeyeceği anlamına da gelmektedir. Böyle
bir değiştirme veya etkisizleştirmenin Anayasanın Başlangıcında
belirtilen ve Anayasanın 7, 8 ve 9 uncu maddelerinde somutlaştırılan
kuvvetler ayrılığı ilkesinin yanı sıra, Anayasanın Başlangıcında ve 2
nci maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesine de aykırı düşeceği
ortadadır.

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" un 1 ve 2 nci
maddelerinde yapılan düzenlemelerin ise, görünüşte Anayasanın, kanun
önünde eşitlik" ve "eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi" ile ilgili 10 ve
42 nci maddelerinde değişiklik yapıyor olmalarına karşın, aslında
Anayasa Mahkemesinin dini amaçlı örtünme ile Anayasamızdaki lâiklik
ilkesi arasında kurmuş olduğu ilintiyi temelsiz bırakmaya, bu
ilintinin ifade edildiği E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 07.03.1989
tarihli ve E.1990/36, K.1991/8 sayı ve 09.04.1991 tarihli Anayasa
Mahkemesi kararlarını etkisizleştirmeye yöneldikleri ortadadır.

Bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı olduğuna karar
verdiği bir kıyafet serbestisinin Anayasaya uygun hale getirilmesine
çalışılmaktadır. Bunun ise Anayasanın 138 ve 153 üncü maddelerine
aykırı olmasının yanısıra, Anayasanın başta lâiklik olmak üzere 2 nci
maddesinde ifade edilen Cumhuriyetin tüm niteliklerini başkalaştırmak
ve dolaylı biçimde değiştirmek anlamını taşıdığı tartışmasızdır.

Bu nedenle söz konusu Anayasa Değişikliğine ilişkin Kanun`un 1 ve 2
nci maddelerinin iptal edilmeleri veya yok hükmünde olduklarının
karara bağlanması ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulması için Anayasa Mahkemesine başvurulmasına gerek duyulmuştur.

II. İPTALİ VEYA YOK HÜKMÜNDE OLDUKLARININ KARARA BAĞLANMASI İSTENEN
HÜKÜMLER

İptali veya yok hükmünde olduklarına karar verilmesi istenen,
09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" un 1 ve 2 nci maddeleri şöyledir:

"Madde 1 - 7/11/1982 tarihli ve 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına "bütün
işlemlerinde" ibaresinden sonra gelmek üzere "ve her türlü kamu
hizmetlerinden yararlanılmasında" ibaresi eklenmiştir.

"Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 42 nci maddesine altıncı
fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

"Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse
yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın
kullanımının sınırları kanunla belirlenir."

III. İLGİLİ ANAYASA MADDELERİ

T.C. Anayasası

Başlangıç Kısmı: "Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce
Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye
Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk`ün
belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O`nun inkılâp ve ilkeleri
doğrultusunda;

Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi
olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;

Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk
Milletine ait olduğu ve bunu millet adına kullanmaya yetkili kılınan
hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi
ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından
ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve
üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

(Değişik: 3.10.2001-4709/1 md.) Hiçbir faaliyetin Türk millî
menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği
esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk
milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında
korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle
karıştırılamayacağı;

Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür,
medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve
manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip
olduğu;

Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç
ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve
külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu,
birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi
ve kardeşlik duygularıyla ve "Yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve
inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu;

FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı
ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve
millet sevgisine emanet ve tevdi olunur."

Madde 1 - Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Madde 2 - Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve
adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

Madde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı "İstiklal Marşı"dır.

Başkenti Ankara`dır.

Madde 4 - Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet
olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin
nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez.

Madde 6 - Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.

Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya
sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Madde 7 - Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.

Madde 8 - Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine
getirilir.

Madde 9 - Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce
kullanılır.

Madde 10 - Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun
önünde eşittir.

(Ek: 7.5.2004-5170/1 md.)Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.
Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde
eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

Madde 24 - Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dinî âyin ve
törenler serbesttir.

Kimse, ibadete, dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve
kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerinden
dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında
yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim
kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun
dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine,
küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini
kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel
çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini
veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar
edemez ve kötüye kullanamaz.

Madde 42 - Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.

Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.

Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda,
çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi
altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.

Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.

İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet
okullarında parasızdır.

Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet
okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir.

Devlet, maddî imkânlardan yoksun başarılı öğrencilerin, öğrenimlerini
sürdürebilmeleri amacı ile burslar ve başka yollarla gerekli
yardımları yapar. Devlet, durumları sebebiyle özel eğitime ihtiyacı
olanları topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.

Eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve
inceleme ile ilgili faaliyetler yürütülür. Bu faaliyetler her ne
suretle olursa olsun engellenemez.

Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk
vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve
öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille
eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla
düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.

Madde 138 - Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna
ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.

Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında
mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez;
tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin
kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya
herhangi bir beyanda bulunulamaz.

Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak
zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle
değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.

Madde 148 - Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde
kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya
şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa
değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler.
Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan
kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya
aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.

Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif
ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme,
Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte
biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on
gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz;
def`i yoluyla da ileri sürülemez.

Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa
Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare
Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcı
vekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve
üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla
yargılar.

Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet
Başsavcı vekili yapar.

Yüce Divan kararları kesindir.

Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.

Madde 153 - Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. İptal kararları
gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.

Anayasa Mahkemesi bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını
veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir
uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemez.

Kanun, kanun hükmünde kararname veya Türkiye Büyük Millet Meclisi
İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî Gazetede
yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa
Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca
kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmî Gazetede yayımlandığı
günden başlayarak bir yılı geçemez.

İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye
Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukukî boşluğu
dolduracak kanun tasarı veya teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.

İptal kararları geriye yürümez.

Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama,
yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri bağlar.

Madde 174 - Anayasanın hiçbir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık
seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyetinin lâiklik
niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılâp
kanunlarının, Anayasanın halkoyu ile kabul edildiği tarihte yürürlükte
bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve
yorumlanamaz:

1. 3 Mart 1340 tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu;

2. 25 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisâsı Hakkında
Kanun;

3. 30 Teşrinisâni 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle
Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve
İlgasına Dair Kanun;

4. 17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul
edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair
medenî nikâh esası ile aynı kanunun 110 uncu maddesi hükmü;

5. 20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkamın Kabulü
Hakkında Kanun;

6. 1 Teşrinisâni 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin Kabul ve
Tatbiki Hakkında Kanun;

7. 26 Teşrinisâni 1934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa Gibi
Lâkap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun;

8. 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve 2596 sayılı Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun.

IV. GEREKÇE

(İptali istenen hükümlerin Anayasaya aykırılık gerekçeleri
birbiriyle yakından ilgili olduğu için birlikte yazılmaları yoluna
gidilmiştir)

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanunun, 1 nci maddesi ile Anayasamızın 10 uncu
maddesinin dördüncü fıkrasına, "bütün işlemlerinde" ibaresinden sonra
gelmek üzere "ve her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında"
ibaresi; 2 nci maddesi ile de, Anayasamızın 42 nci maddesine, altıncı
fıkradan sonra gelmek üzere aşağıdaki fıkra eklenmiştir:

"Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse
yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın
kullanımının sınırları kanunla belirlenir."

5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin
Değiştirilmesine Dair Kanun" un "Genel Gerekçe" sine bakıldığında şu
tümceler göze çarpmaktadır.

"Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı
öğrencilerin eğitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun
haline gelmiştir. Kurucusu ve üyesi bulunduğumuz Avrupa Konseyine üye
ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut
bulunmamaktadır.

Buna rağmen ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız
öğrencilerin başlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle
eğitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir.

Atatürk`ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinde "fikri hür,
vicdanı hür, irfanı hür" nesiller yetiştirilmesi, kişilerin
yükseköğrenim hakkından kanun önünde eşitlik ilkesi gereği hiçbir
nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu
kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddesinde
işbu değişikliklerin yapılması gereği doğmuştur."

1 nci maddenin gerekçesinin 2 nci paragrafına bakıldığında, getirilen
düzenlemenin amacının, "tüm idare makamları gibi üniversitelerin de,
yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce,
felsefi inanç, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten
yararlanan kişilerin arasında ayrımcılık yapmasını olanaksızlaştırmak"
olarak ifade edildiği görülmektedir.

2 nci maddenin gerekçesinin son tümcesinde ise, ülkemizde münhasıran
yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaşlar arasında eşitliği
sağlama ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim haklarından mahrum
edilen kişilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırma amacı
belirtilmektedir.

5735 sayılı Kanunun genel gerekçesi, 1 ve 2 nci maddelerin
gerekçeleri, Anayasa Komisyonunda ve Genel Kuruldaki görüşmelerde söz
konusu maddeler üzerindeki konuşmacıların ve grup sözcülerinin
açıklamaları incelendiğinde; yönelinen temel hedefin, kamu
hizmetlerinden yararlanan veya yükseköğrenim hakkını kullananlar için
dinî amaçlı örtünme serbestisi tanınması, bu şekilde örtünenlerin kamu
hizmetlerinden yararlanmalarını önleyecek düzenleme veya yaptırımların
engellenmesi olduğu anlaşılmaktadır. Türbana ilişkin düzenlemenin
Anayasa Komisyonundaki görüşmelerinde, "Türban Yasasının"
mimarlarından olan Komisyon Başkanının, "... Açıkça yapamayız çünkü.
Açıkça deyince, açıkça teklif nasıl getirilir, böyle bir şey olabilir
mi yani? İlk dört madde açıkça teklif burada nasıl görüşülür."
şeklinde Komisyon Tutanağının 121. sayfasına yansıyan görüşü bu
düşüncenin bir örneğidir.

Söz konusu Anayasa değişikliğinin Türkiye`nin siyasal gündemine
"türban yasası" olarak girmesi ve teklifi hazırlayıp imzalayan
milletvekillerinin, Başbakanın, Adalet ve kalkınma Partisi üst düzey
yöneticilerinin, Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı ile üst
düzey yöneticilerinin açıklamaları da bu saptamayı doğrulamaktadır.

5735 Sayılı Kanununla, yukarıda açıklanan hedefe ulaşmak için adı
konulmadan ve dolaylı bir biçimde dinî amaçlı örtünme, dinî kıyafet
dahil her türlü dinî simge ve üniformayı da içerecek, kapsamlı bir
kıyafet serbestîsi tanınmıştır.

Çünkü, 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde
yapılan düzenlemeyle, Devlet organları ve idare makamlarına, bütün
işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uymak yükümlülüğünün yanı
sıra kamu hizmetlerinden kişilerin kanun önünde eşitlik ilkesine uygun
bir biçimde yararlanmalarını sağlamak yükümlülüğü; kişilere de Devlet
organları ve idare makamlarından sundukları kamu hizmetlerinden kanun
önünde eşitlik ilkesine uygun olarak yararlanmalarını sağlamasını
istemek imkânı getirilmiştir. Olaya kıyafet açısından bakıldığında, bu
hüküm karşısında Devlet organları ve idare makamlarının, kişilere
kıyafetleri nedeniyle yasak uygulayarak kamu hizmeti vermekten
kaçınamayacaklarını; kişilerin kamu hizmetlerinden yararlanmalarını
da, kıyafet nedeniyle yapılan yasaklamalarla engelleyemeyeceklerini
söylemek gerekmektedir.

Ancak bu düzenlemede yer alan "kamu hizmetinden yararlanılmasında"
ölçütünün, hem hizmet alan hem de hizmet veren konumundaki kimseler
için bir belirsizlik yaratacağı ortadadır. Şöyle ki; örneğin,
üniversitelerdeki araştırma görevlileri öğrenim vererek kamu hizmeti
sunduklarında getirilen kıyafet serbestisinin kapsamı dışında
kalırken, yüksek lisans bağlamında öğrenim gören yani kamu hizmetinden
yararlanan kimlikleri ile, getirilen kıyafet serbestliğinden kanun
önünde eşitlik ilkesi çerçevesinde yararlanmak konumunda olacaktır.

Eğitim Fakültelerinin 3 ve 4. sınıf öğrencilerinin, "Okul uygulaması,
öğretmenlik deneyimi" dersleri kapsamında ilköğretimde "stajyer
öğretmen" statüsünde derslere türbanlı girmelerinin önünün açılacak
olması, bunun örneklerinden biridir. Bu durumda, kamu hizmeti alanla
verenin ayırımını kim yapacaktır? Yine benzer bir durumun tıp
fakültelerinde yaşanması da kaçınılmaz olacaktır.

Bu düzenlemeden yararlanılarak türban, dinî kıyafet ve simgeler dahil
her türlü kıyafet ilköğretimden yükseköğretime, öğretim hizmetlerinden
yararlanma bağlamında herhangi bir engelle karşılaşmadan yayılabilecektir.

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 2 nci maddesinde ise, kanunda
açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim
hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceği bildirilmekle, yükseköğretim
kurumlarında dinî amaçlı örtünme nedeniyle öğrenim hakkından
yararlanmanın engellenmesinin de önüne geçilmektedir. Bunun da, yasa
ile açıkça yasaklanmadıkça yükseköğretimde kıyafetin, (türban, dini
amaçlı örtünme, dini ve siyasi üniforma dahil) serbest bırakıldığı;
yükseköğrenim hakkını kullananlara bu kıyafetleri taşımaktan dolayı
yüksek öğrenim hakkını kullanmaktan mahrumiyet sonucunu doğuracak bir
yaptırım getirilemeyeceği ve uygulanamayacağı anlamına geldiğinde
kuşku yoktur.

Halbuki dini amaçlı kıyafetlerin serbest bırakılması, Anayasa
Mahkemesince E.1989/1, K.1989/12 tarih ve 07.03.1989 tarihli kararla
Anayasaya aykırı bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi E.1990/36, K.1991/8 sayı ve 09.04.1991 tarihli
kararıyla da bu hususu yinelemiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Danıştay ve Anayasa Mahkemesinin
kararları göz önünde tutulduğunda, 5735 sayılı Kanunla getirilmiş olan
kıyafet serbestisinin söz konusu kararlarda Anayasamızdaki lâiklik
ilkesi ile örtünme arasında kurulmuş olan ilişkiyi temelsiz ve Anayasa
Mahkemesinin 1989 ve 1991 tarihli söz konusu kararlarını etkisiz
bırakmaya yönelik olduğunu; başta lâiklik ilkesi olmak üzere,
Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin temel
nitelikleri ile bağdaşmayacağını; böyle bir serbestiyi tanımak için
Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılan değişikliklerin,
Cumhuriyetimizin Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtilen temel
niteliklerini dolaylı bir biçimde değiştirmek anlamını taşıyacağını ve
bu nedenle Anayasamızın 4 üncü maddesinde ifade edilen
değiştirilemezlik ilkesine aykırı düşeceğini söylemek gerekir.

Bu saptamayı yaptıktan sonra, 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci
maddelerinin Anayasaya aykırılık gerekçeleri şu şekilde ayrıntılı bir
biçimde ortaya konulabilir.

1 - 09.02.2008 Tarih ve 5735 Sayılı Kanunun 1 ve 2 nci Maddelerinin
Anayasanın 2 nci Maddesine Aykırılığı

Anayasanın 2 nci maddesinde; "Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru,
millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı,
Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devlettir" hükmü yer
almaktadır.

Üniversitelerde ve her türlü öğrenim kurumunda kamu hizmetinden
yararlananların, dinî amaçlı örtünmesine, dinî ve siyasî üniforma
niteliğindeki kıyafetleri giyebilmesine, simgeleri taşıyabilmesine
imkân tanıyacak bir düzenleme ise, Anayasa Mahkemesinin yukarıda
belirtilen 1/12 sayı ve 1989 tarihli ve 36/8 sayı ve 1991 tarihli
kararlarına göre Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyetinin
nitelikleri arasında gösterilen "toplumun huzuru, milli dayanışma
..... içinde", "insan haklarına saygılı", "Atatürk Milliyetçiliğine
bağlı", "başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan", "demokratik,
lâik ve sosyal bir hukuk devleti" hususları ile bağdaşmamakta ve
bunlara aykırı düşmektedir.

Söz konusu Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda incelendiğinde,
09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinin de
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hususlara aykırı olduğu
görülmektedir.

a) 1 ve 2 nci maddelerin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "toplumun huzuru, millî dayanışma içinde" niteliğine aykırılığı

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinin
dolaylı bir biçimde getirdiği geniş kapsamlı kılık - kıyafet
serbestîsinin dinî amaçlı örtünmeyi, dinî ve siyasî üniformaları ve
simgeleri de içereceğine yukarıda değinilmiştir.

Böylesi sınırsız ve koşulsuz bir kıyafet serbestisinin ise, toplumsal
huzuru ve ulusal dayanışmayı zedelemesi hatta giderek ortadan
kaldırması kaçınılmazdır.

Çünkü dinî örtünme amaçlı kıyafetlerin giyilmesinin sınırsız, koşulsuz
serbest bırakılması halinde, bu tür kıyafetlerin giyilmesi, kamu
yönetiminde ve toplumsal yaşamda ayırımcılığı davet edebilecek; bu tür
kıyafetleri giyenlerin giymemeyi tercih edenlere yönelik bir etkileme,
baskı, dayatma ve tehdit unsuru haline gelebilecek; örtünen -
örtünmeyen, inançlı - inançsız, Müslüman olan - olmayan şeklinde din
eksenli ayrışmalar, kutuplaşmalar ve bunlara bağlı olarak kamu
düzenini ve huzurunu tehdit edecek gerginlikler ve çatışmalar ortaya
çıkabilecektir.

Türbanın veya benzeri türden din kökenli kıyafetlerin ülkemizde artık
bütünüyle masum bir alışkanlık ve kıyafet tercihi olmaktan çıkarak
(Leyla Şahin dosyasında, Türkiye Cumhuriyeti adına beyanda bulunan
dönemin Dışişleri Bakanlığının 19 Kasım 2002 tarihli dilekçede ifade
ettiği gibi) kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetimizin temel ilkelerine
karşıt bir dünya görüşünün simgesi haline gelmiş bulunmasının, bu
kutuplaşma ve çatışmaların daha da büyük boyutlara taşınmasına neden
olacağı ortadadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelendiğinde "eşitlik
ilkesi"nin vurgulandığı görülmektedir. Ancak, siyasi iktidarın çözüm
olarak ortaya koyduğu Anayasa değişikliği, "eşitliğe" değil
"eşitsizliğe" hizmet etmektedir. Bireysel anlamdaki eşitlik ilkesi,
kolektif anlamdaki cemaatçiliğe indirgenmektedir. Bununla birlikte,
Leyla Şahin davasında AİHM`nin çoğu Müslüman olan bir ülkede dinsel
bir simge olan türbanın üniversitelerde bu simgeyi giymeyenler
üzerindeki etkisini dikkate almak gerektiği şeklindeki yorumu, konun
özgürlükler bağlamında topluma sunulmasının yanlışlığını ortaya
koymaktadır.

Dinî inanç ayrılıkları bağlamında ortaya çıkan kutuplaşmaların ve ona
bağlı çatışmaların boyutlarının ülkemizde nerelere kadar uzanabileceği
hakkında fikir verecek, yaşanmış pek çok olay vardır.

Anayasa Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 7.3.1989 tarihli
kararında da, kişilerin hangi inançtan olduklarını giysileriyle belli
etmelerinin, onların yakınlaşmalarını, birlikte çalışıp karşılıklı
yardımlaşmalarını ve işbirliğini önleyeceği; ayrılıklara, dinsel inanç
ve görüşler nedeniyle çatışmalara yol açacağı belirtilmiştir.

5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinin TBMM`deki görüşmeleri
sırasında izlenen toplumsal tepkiler ve kutuplaşmalar ise, bu
tehlikenin daha söz konusu maddeler yürürlüğe girmeden kendisini
göstermeye başladığını ortaya koymaktadır.

5735 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yaşananlar ise, bu
tehlikenin boyutlarının giderek büyüme eğiliminde olduğunu
kanıtlamaktadır.

Bu açıklamalardan hareketle, 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci
maddelerindeki düzenlemelerin, aynen Anayasa Mahkemesinin E.1989/1,
K.1989/12 sayı ve 07.03.1989 tarihli kararıyla iptal edilen 2547
sayılı Kanuna eklenmiş bulunan Ek madde 16 gibi Cumhuriyetimizin,
Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtilen "toplumun huzuru .......
milli dayanışma anlayışı içinde" niteliği ile bağdaşmayacağını ve
Anayasanın 4 üncü maddesine aykırı olarak, dolaylı bir biçimde
Anayasanın 2 nci maddesini değiştirmeye yönelik hükümler niteliğini
taşıdıklarını söylemek gerekmektedir.

b) 1 ve 2 nci maddelerin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "insan haklarına saygılı" niteliğine aykırılığı

Din ve vicdan özgürlüğü, Anayasamızın, 24 üncü maddesinde güvence
altına almış olduğu bir insan hakkıdır.

Din ve vicdan özgürlüğü kişilere diledikleri inancı benimsemek, bu
inancın gereklerini yerine getirmek, dinî inancını açıklamaya veya
belli bir dini benimsemeye zorlanamamak imkânlarını tanımaktadır.
Ancak bu özgürlük aynı zamanda kişilere, kendilerinden farklı
inançlara sahip olanlara saygı göstermek, başkalarının üzerinde baskı
kurarak veya zorla kendi inançlarına veya başka inançlara
yönlendirmemek, kimseyi inancından dolayı kınamamak gibi yükümlülükler
de getirmektedir.

Dinî inanca dayalı örtünme, benimsenen dini gösteren kıyafetler
giyebilme özgürlüğü ise, benimsenen dinî inancı gösteren giysiler
aracılığı ile toplumda ayrışmalara neden olabilir ve toplum
kesimlerinin ve bireylerin giysilerinden kendileri ile aynı inancı
paylaşmadıklarını anladıkları kimseler üzerinde baskı kurmalarına;
birbirlerinin din ve inanç özgürlüğünü zedeleyici, engelleyici
davranışlarda bulunmalarına hatta kendi inançlarından olmayanları
dışlamalarına yol açabilir.

Bu gibi durumların da din ve vicdan özgürlüğünü özünden zedeleyeceği
ortadadır. Bu nedenle, bu gibi durumlara yol açabilecek olan 1 ve 2
nci maddelerdeki düzenlemelerin, (aynen Anayasa Mahkemesinin E.1989/1,
K.1989/12 sayı ve 07.03.1989 tarihli kararıyla iptal edilen 2547
sayılı Kanunun Ek 16 ncı maddesi gibi) Anayasanın 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin niteliği olarak gösterilen "insan haklarına saygılı"
hususu ile bağdaşmadığını; dolaylı bir biçimde de olsa, Anayasanın
ikinci maddesinde Cumhuriyetin "insan haklarına saygılı" olarak
belirtilen temel niteliğini değiştireceğini söylemek gerekir.

Böyle bir değişiklik ise, Anayasanın 4 üncü maddesinde ifadesini bulan
değiştirilemezlik ilkesine aykırı düşer.

c) 1 ve 2 nci maddelerin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "Atatürk Milliyetçiliğine bağlı" niteliğine aykırılığı

Atatürk milliyetçiliği, Anayasa Mahkemesince; "gelişme ve ilerleme
yolunda, uluslararası işlem ve ilişkilerde çağdaş uluslara uygun ve
onlarla uyum içinde yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel
yeteneklerini ve bağımsız kimliğini koruması olarak tanımlanan Türk
milliyetçiliğinin Türk olma mutluluğunu duyan herkesi kapsayan
biçiminin adı" olarak tanımlanmıştır. (Bkz. Anayasa Mahkemesinin
E.1989/1, k.1989/12 sayı ve 07.03.1989 tarihli kararı)

Anayasa Mahkemesi`ne göre; "Atatürk`ün 5.11.1925 günlü söylevinde
belirttiği gibi, din ve mezhep bağının yerini Türk ulusçuluğu bağı
almıştır. Bu tanıma göre, ulusu oluşturan öğeler arasında dil birliği,
ulusal duyguyla yan yana insanlık duygusu, siyasal varlıkla birlik,
yurt birliği, köken birliği, tarihsel ve ahlâksal yakınlıklar sayılır.
Geçmiş ortaklığı, gelecek ve amaç birliği de öğeler arasına
alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Ulusu
diyerek başka ayrımlara yer vermeyen Atatürk milliyetçiliğinde dinsel
öğe esas alınmamıştır.... Laiklik, devlet ve toplumun karşılıklı laik
tutumunu da içerir. Bu da birleştiricilikle sonuçlanır. (Bkz. Anayasa
Mahkemesi`nin E.1989/1, k.1989/12 sayı ve 07.03.1989 tarihli kararı)

Anayasa Mahkemesi bu görüşten hareketle, dinsel inanç gereği örtünmeye
imkân tanıyan düzenlemeyi iptal etmiştir.

Bu karar, söz konusu 1 ve 2 nci maddelerde getirilen dini amaçlı
kıyafet serbestîsinin de "Atatürk milliyetçiliği" ile bağdaşmayacağını
ortaya koymaktadır. Çünkü böyle bir serbesti toplumda, kıyafetler
aracılığı ile din eksenli kutuplaşmalara yol açabilecek ve Atatürk
milliyetçiliğinin devlet ve toplumun karşılıklı lâik tutumundan
beklediği birleştiriciliğin, yerini ayrışmacılığa bırakmasına neden
olabilecektir.

Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen "Atatürk
milliyetçiliğine bağlı" niteliğine aykırı bir düzenlemenin ise,
Anayasanın 4 üncü maddesinde belirtilen yasağa aykırı bir biçimde,
Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen Cumhuriyetin niteliklerini
değiştirmek anlamını taşıyacağından kuşku yoktur.

d) 1 ve 2 nci maddelerin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan" niteliğine
aykırılığı

Anayasanın Başlangıcında belirtilen, konumuzla ilgili başlıca ilkeler:

- Hiçbir faaliyetin Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve
medeniyetçiliği karşısında korunma göremeyeceği (bkz. prg.5);

- Atatürk devrimlerine ve ilkelerine bağlılık, çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşma azmi (bkz.prg. 1 ve 2);

- Lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının Devlet
işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı (bkz.prg.5);

- Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden
eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür,
medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve
manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip
olduğu (bkz.prg.6);

- Topluca Türk vatandaşlarının ...... birbirinin hak ve hürriyetlerine
kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve
"yurtta sulh, cihanda sulh" arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat
talebine hakları bulunduğu (bkz.prg. 7);

- Kuvvetler ayrımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması
anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından
ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve işbirliği olduğu ve
üstünlüğün Anayasa ve kanunlarda bulunduğudur. (bkz.prg.4).

Anayasanın tüm maddelerinin, Başlangıçta ifade edilen ilke ve esaslar
doğrultusunda yorumlanıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

Lâiklik, Atatürk ilke ve inkılâplarının en önemlisidir. Anayasa
Mahkemesinin E. 1989/1, K. 1989/12 sayı ve 7.3.1989 tarihli kararında
"laiklik ilkesi hakkında özetle şu temel değerlendirmeler yapılmıştır:
"Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin
aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışını, uluslaşmanın,
bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli kılan
bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolastik düşünce tarzının
yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir. Lâiklik, dar anlamda, devlet
işleriyle din işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlansa,
değişik tanım ve yorumları yapılsa da, gerçekte toplumların düşünsel
ve örgütsel evrimlerinin son aşaması olduğu görüşü, öğretide
paylaşılmaktadır. Lâiklik; egemenliğe, demokrasiyle özgürlüğe ve bilgi
bileşimine dayanan toplumsal bir atılım; siyasal, sosyal ve kültürel
yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. Onurunu üstün tutarak bireye kişilik
ve özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset - vicdan
ayrımını gerekli kılarak vicdan ve dinsel inanç özgürlüğünü sağlayan
ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu, dine
dayalı toplumlarda siyasal örgütlenme ve düzenlemeler dinsel
niteliklidir. Lâik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim
aracı olmaktan çıkarılır, gerçek, saygın yerinde tutularak kişilerin
vicdanlarına bırakılır. Böylece, siyasal yaşamın dayanağı bilim ve
hukuk olur. Düşünce ve inanç alanlarının ayrılması dinin kutsallığına
en uygun durumdur. Dünya işlevinin hukuksal, din işlerinin de kendi
kurallarıyla yürütülmesi ilkesi, batı demokrasilerinin dayandığı
temellerden birisidir.

Lâik anlayış, devletin, göreviyle ilgili düzenlemelerinin salt günlük
yaşamla ilgili olmasını gerektirdiği gibi içeriklerinin de mutlaka
dinsel doğrultuda olmasını gerektirmemektedir. Dine uygunluğunun
aranması zorunluluğu yoktur. Düzenlemenin kaynağı din değildir. Din ve
dünya işlerinin ayrılmasıyla vicdan, din ve ibadet özgürlükleri daha
belirginleşmekte ve özgür biçimde korunmuş olmaktadır.

Türkiye`de lâiklik ilkesinin uygulanması, rejimleri değişik kimi
batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik
ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin
özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler arasındaki uyum
ya da uyumsuzlukların lâiklik anlayışına yansıyarak değişik
nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Klâsik anlamda,
dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması tanımına karşın, İslam ve
Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıkları gereği, ülkemizde
ve batı ülkelerinde oluşan durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar da ayrı
olmuştur. Dini ve din anlayışı tümüyle farklı bir ülkede lâiklik
uygulamasının, batıyla geniş ilişkiler içinde bulunulsa da batı
ülkelerindeki gibi olması, lâikliğin aynı anlam ve düzeyde
benimsenmesi beklenemez. Bu durum, koşullar ve kurallar arasındaki
ayrılığın olağan karşılanması gereken sonucudur. Kaldı ki; aynı dini
benimseyen batı ülkelerinde bile devletlerin lâiklik anlayışı
ayrılıklar göstermiştir. Lâiklik kavramı, değişik ülkelerde ayrı ayrı
yorumlandığı gibi, kimi dönemlerde, kimi kesimlerce da kendi anlayış
ve siyasal tercihleri gereği değişik biçimde yorumlanabilmiştir.
Yalnızca felsefî ve ideolojik bir kavram olmayıp yasalarla yaşama
geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı
ülkenin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmekte, kendisi
de onları etkilemektedir. Türkiye için lâiklik anlayışı tarihsel
gelişimi nedeniyle özellik taşımakta, Anayasa ile benimsenen
yapısıyla, batıda ayrı biçimde ele alınsa da, özenle korunması zorunlu
bir ilke olarak yaşatılmaktadır."

Anayasa Mahkemesinin 21.10.1971 günlü 53/76 sayılı; 3.7.1980 günlü,
19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı ve 4.11.1986 günlü 11/26
sayılı kararlarında da lâikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları
yanında ulusal ve hukuksal değeri de geniş bir biçimde belirtilmiş,
özenle korunması gereken anayasal ilke niteliği vurgulanmış, Türk
Ulusunun yücelmesi bakımından Anayasada öngörülen kimi sınırlamaları
zorunlu kılan bir neden, Anayasada benimsenmiş bütün temel ilkelere
egemen bir düşünce olduğu yinelenerek ortaya konulmuştur.

Bu kararların kimisi 1982 tarihli Anayasanın yürürlüğe
girmesinden önce verilmiş oldukları halde, 1982 Anayasasının 153 üncü
maddesi 1982 Anayasasına 174 üncü madde olarak olduğu gibi alındığı ve
lâiklik ilkesi 1982 Anayasasında da gerekçeleri gösterilerek 1961
Anayasasındaki anlayışla değerlendirildiği için, bugün de
geçerliliklerini korumaktadır. Bu kararlara göre;

Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması esasını benimseme,

*

Dinin, bireyin manevî yaşamına ilişkin olan dinî inanç
bölümünde, aralarında ayırım gözetmeksizin, dini Anayasa güvencesi
altına alma,
* Dinin, bireyin manevî yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen
eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini
ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye
kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama,
* Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, devlete
dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanıma, lâiklik
ilkesinin gereği olarak anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesi, devlet, demokrasi, hukuk, din ve vicdan özgürlüğü,
eğitim ve öğretim hakkı ile lâiklik arasındaki ilişkileri de şöyle
tanımlamaktadır. (Bkz. Anayasa Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı
ve 07.03.1989 tarihli kararı):

"Modern devlette din, kimi haklara sahip olmanın şartı değildir.
Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine olabildiğince saygılı, bünyesinde
çeşitli din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait teşekküllere yer
veren bir kurumdur. Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve
inançlarını açığa vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan
özgürlüğünün sınırları içerisinde serbesttir. Hiçbir dine itikadı
olmayanlar için de durum aynıdır. Lâik bir toplumda herkes istediği
dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasa koyucunun her türlü
etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan hürriyetinden ancak
lâik olan ülkelerde söz edilebilir. Dinlerden birini devlet olarak
tercih fikri, ayrı dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik
ilkesine aykırı düşer. Lâik devlet, din konusunda, inancına
bakmaksızın, yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan devlettir.

Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devriminin kaynağı olan lâiklik
ilkesi toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak
kalmasını amaçlar. Böylece Devlet, bilimsel gereklere uygun biçimde
kurumlaşmış, hukukla düzenlenmiş; karşılıklı saygı, hoşgörü ve
anlayışa katkıda bulunan lâiklik, ulusal birliği sağlamıştır. Düşünce
ve inanç özgürlüğü, kişileri ve toplum kesimlerini birbirine güvenle
bağlayan uluslaşmayı sağlayan, ulusal dayanışmayı da güçlendiren özgür
düşünce, özgür inanç, çağdaş uygarlığa yöneliş ulusal yaşamda önemli
bir aşamadır. Lâikliğin, insana, dine saygısı, dini kendi yerinde
tutan anlayışı, akla, bilime, sanata, çağdaş yönetim biçimine ve tüm
uygar gereklere kapıyı açmıştır. Atatürk`ün din hakkındaki sözleri
anımsanacak olursa, lâiklik uygulamasının dine karşı olmadığı, dini
kötülemediği, din düşmanlığı anlamına gelmediği ve dini asla
yadsımadığı açıktır. Cumhuriyet ve demokrasi, şeriat düzeninin
karşıtıdır. Genelde bir tür düşün ve anlayış biçimi, dünya görüşü
sayılan bu ilke, "ümmet"ten, "ulus"a geçmenin itici gücü olmuştur.

Bu yolla dogmatik değerlerin yerine akılcı ve insancıl değerler
geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini
almıştır. Değişik din ve mezheplere inananlar, bu ayrımlara karşın
birlikte yaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit
yaklaşımından güven duymuşlardır. Böylece bölünmeler durmuş, iç barış
sağlanmış, yurttaşlar, ulus bilinciyle, Türkiye Cumhuriyetini kuran
Türk Ulusunun bireyleri olmuşlardır. Hukuk devleti, hukukun üstünlüğü
ilkesi gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi lâiklikle
tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Bu ilkenin
Anayasa`dan çıkarılması da olanaksızdır. Lâiklik, dinsellikle
bilimselliği birbirinden ayırmış, özellikle dinin, bilimin yerine
geçmesini önleyerek uygarlık yürüyüşünü hızlandırmıştır. Gerçekte
lâiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları
daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık
ortamıdır. Türkiye`nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama
yöntemidir, insanlık idealidir. Lâik düzende özgün bir sosyal kurum
olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz. Devlete
egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve gerekler değil, akıl ve
bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan
arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç-inanç dünyasının düzenleyicisi
olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun
yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması
düşünülemez.

Hukukun ikiliğini, ayrıcalık ve eşitsizlikleri kaldıran,- dinsel
sömürüyü önleyen, siyasal ve sosyal kurumları güçlendiren lâiklik,
öğretim ve eğitime de ışık tutmuştur. Lâik öğretim ve eğitim bilimsel
çalışmaların en olumlu ortamıdır. Dine karşı yansızlık nasıl dine
karşıtlık olarak alınamazsa, lâik öğretim-eğitim de inanç özgürlüğü
engeli sayılamaz. Öğretim ve eğitimin zorunluluk koşulları, inanç
özgürlüğünü ortadan kaldırmaz. Bu özgürlük de anayasal güvenceye
bağlanmıştır. Ancak, din ve ahlâk eğitim ve öğretimi, devletin gözetim
ve denetimi altında yapılır.

Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve
vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir
sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığı zararlar
lâiklikle önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış,
bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur.
Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye`nin yaşam
felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya
işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür
düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel
verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre
yapılır. Bireyin özgür iradesine bağlı din duygularının zorlamadan
korunması da bu biçiminde sağlanmış olmaktadır. Eğitsel ve kültürel
yaşantıyı yönlendirmek amacıyla lâikliğe aykırı eğitim ve öğretim de
gerçekleştirilemez."

"...... Laikliğin, Türk Devriminin, Cumhuriyetin özü ve
ulusal yaşamın temeli olduğu bir gerçektir. (Dinsel inanç gereği)
sözcükleri kullanılmasa da Cumhuriyetin niteliklerine yönelik, bu amaç
ve anlamdaki dinsel kaynaklı düzenlemelerle girişimler Anayasa
karşısında geçerli olamaz. Özgürlükler Anayasa ile sınırlıdır.
Anayasadaki lâiklik ilkesine ve lâik eğitim kuralına karşı eylemlerin
demokratik bir hak olduğu savunulamaz. Anayasal ayrıcalığa sahip
lâiklik ilkesi; demokrasiye aykırı olmadığı gibi tüm hak ve
özgürlüklerin de bu ilke temel alınarak değerlendirilmesi zorunludur."

"Lâik hukuk düzeni, lâik eğitim ve öğretim ve lâik yönetim
birbirinden ayrı düşünülemez. Anayasanın "Eğitim ve öğrenim hakkı ve
ödevi" başlıklı 42. maddesinin 3. fıkrasında "Eğitim ve öğretim
Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim
esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu
esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz" denildikten sonra
4. fıkrasında "Eğitim ve öğretim hürriyeti Anayasaya sadakat borcunu
ortadan kaldırmaz" kuralıyla Başlangıçtaki ilkelere bağlılık
pekiştirilmiştir. Yükseköğretim kurumları bu yükümlülükler dışında
tutulmamışlardır."

"...... Eğitim ve öğretimde, dinsel inanca devlet gücünün özel bir
katkı vermesi düşünülemez. Lâiklik bir bütündür. Özellikle eğitim ve
öğretim alanında lâikliğe bağlılık ve saygı, ulusun geleceği açısından
da üzerinde önemle durulacak bir konudur. Siyasal alanda dinsel
çabalar, dinsel geleneklere uygunluğu aranan düzenlemeler, eylem ve
işlemler ne kadar geçersizce, öğretim ve eğitim alanında da din
buyruklarıyla ilişki kurulamaz. Demokrasinin güvencesini ve
Cumhuriyetin özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık
ve özenle korunması Anayasa gereğidir."

" ......... Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk düzeniyle
tanrısal buyruklara dayalı ilâhi istenç arasında ilişki kurulamaz.
Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarıda bırakan, varlığını hukuktan alıp
hukukla sürdüren devlettir. Egemenlik insana dayalıdır. Özünde insan
değeri bulunan egemenliğin hukuksal biçimlenmeyle devlet gücüne
dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını açıklamaktadır. Bu yapıyı
etkileyecek olumsuzluklar, hukuk devleti ilkesini tartışma konusu
yapar. Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz.

Yasalar ilkelerini dinden değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk
devleti niteliği zedelenir. Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü
benimsemediğinden, her din için ayrı yasa gereğini ortaya çıkarır;
ulusal bir devlette bu tür bir düzenleme olamaz. Böyle düzenlemeler
din kurallarını benimsemeyenler için baskı aracı sayılabileceği gibi
ayrı dinler için de ayrılık aracı olur. ..... siyasal düzenlemelerin
kaynağı hukuk, dayanağı Anayasadır. ...... Hukuksal düzenlemeler dünya
işidir, din işi değildir. ......... Yasalar dinsel temele oturtulamaz.

.... Demokrasi, insan hakları, hukuk konularında da Anayasa düzeyi ve
sınırları geçerlidir. Dilek ve öneri türünde ya da özlem niteliğinde
görüşlerle, Anayasanın öngördüğü sınırlamaları, lâikliğin korunması
için getirilen kuralları hiçe saymak olanaksızdır. Dava konusu somut
olayı soyutlaştırarak sınırsız bir demokrasi anlayışıyla açıklayan
görüşler Anayasa ile çatışır. Herkesin her istediğini yapması en eski
ve en yeni demokrasilerde bile söz konusu değildir. Özgürlükleri
yıkmak için özgürlüklerden yararlanılması da düşünülemez. Özelde
korunması gerekli görülen lâiklikle bağdaşmayan özgürlük savunulamaz
ve korunamaz."

" ....... Ulusal egemenlik kavramı demokratik yapının temelidir.
Demokratik düzen ise, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat
düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimde ağırlık veren bir
düzenleme demokratik olamaz. Demokratik bir devlet, ancak lâik
devlettir. Dinsel gerekli düzenlemeler dinsel çabaları, zorlamaları,
bunlar da dinsel ayrılıkları getirir. Sonuçta demokrasinin özgürlükçü,
çoğulcu, hoşgörü niteliği kalmaz."

" ...... Devletin temsil ettiği ve egemenlik gereği olarak kullandığı
siyasal gücün düzenleyicisi hukuktur. Gerçekten hukuksal bir kurum
olan devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu başlıca
geçerlik koşuludur. Devlet yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk
kurallarına göre yapılır. Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler
hukuksal nitelik taşımaz. Din kurallarının kaynağı Tanrıdır. "İlahî
istenç (irade)", tanrı buyrukları, din kurallarının başlıca
dayanağıdır. Hukukun kaynağı ise, hukuku yaratan istenç olarak kendi
ulusunun istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir değer olmadığından
temelini ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk kaynağı
sayılması olanaksızdır. Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk
düzeniyle tanrısal buyruklara dayalı ilahî istenç arasında ilişki
kurulamaz. Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarıda bırakan, varlığını
hukuktan alıp hukukla sürdüren devlettir. Egemenlik insana dayalıdır.
Özünde insan değeri bulunan egemenliğin hukuksal biçimlenmeyle devlet
gücüne dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını açıklamaktadır. Bu
yapıyı etkileyecek olumsuzluklar, hukuk devleti ilkesini tartışma
konusu yapar. Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz. Yasalar ilkelerini
dinden değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği
zedelenir. Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü benimsemediğinden,
her din için ayrı yasa gereğini ortaya çıkarır; ulusal bir devlette bu
tür bir düzenleme olamaz. Böyle düzenlemeler din kurallarını
benimsemeyenler için baskı aracı sayılabileceği gibi, ayrı dinler için
de ayrılık aracı olur. Siyasal düzenlemelerin kaynağı hukuk, dayanağı
Anayasadır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal düzenlemeler
dünya işidir, din işi değildir. ..... Yasalar dinsel temele oturtulamaz."

Anayasa Mahkemesi, belirlediği bu ilkeler çerçevesinde, yükseköğretim
kurumlarında dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü ve türbanla
kapatılmasını serbest bırakan 3511 sayılı Kanunun 2 nci maddesiyle
2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa eklenen Ek Madde 16`yı incelemiş ve
şu sonuçlara varmıştır:

•· İncelenen kural, kamu kuruluşlarından sayılan yükseköğretim
kurumlarındaki bayanların giyimlerini düzenlerken, dinsel gereklere
uygunluğu nasıl olursa olsun, başörtüsü kullanımına dinsel inanç
nedeniyle geçerlik tanımakla, kamu hukuku alanındaki bir düzenlemeyi
dinsel esaslara dayandırmak suretiyle lâiklik ilkesine aykırılık
oluşturmuştur.

•· "...... Lâiklik bir bütündür... Demokrasinin güvencesini ve
Cumhuriyetin özgün niteliğini oluşturan bu ilkenin büyük bir duyarlık
ve özenle korunması Anayasa gereğidir. Dersliklerde ve ilgili yerlerde
dinsel inançları simgeleyen belirtilerden uzak kalınması zorunluluğu
nedeniyle yükseköğretim kurumlarında dinsel gereğe bağlanan
başörtüleri lâik bilim ortamıyla bağdaştırılamaz.

•· "......... Lâiklik ilkesine uygun çalışmalar yapmakla
yükümlü üniversitelerde bu çalışmalara katılacaklar, hangi statüde
olurlarsa olsunlar, dinsel gereklere göre biçimlendirilmemelidir."

•· "........ dersliklerde, laboratuarlarda, klinik, poliklinik
ve koridorlarda bilimsel yöntemlerle yetiştirilerek gerçeği bulmak
için birlikte çalışmalar yapanların kardeşlikleri, arkadaşlıkları,
dayanışmaları, yarınları için bile gerekli iken, onları dinsel
gereklerle ayırmak, kimin hangi inançtan olduğunu gösteren bir
işaretle belli etmek, onların yakınlaşmalarını, birlikte çalışıp
karşılıklı yardımlaşmalarını ve işbirliğini önler; ayrılıklara, dinsel
inanç ve görüşler nedeniyle çatışmalara yol açar..."

•· "....... Lâiklik, herkesin vicdan, dinî inanç ve kanaat
özgürlüğüne saygılı olmasını gerektirir. İnançların ayrı olmasının
doğallığı, demokrasilerde düşünce ve inanç özgürlüğü ile doğrulanır;
bu iki tür özgürlük birbirini tamamlar, güçlendirir ve birbirinin
güvencesidir. Dinsel inancı ne olursa olsun insanların
birlikteliklerini sürdürmeleri uygarlık gereğidir. Vicdan özgürlüğünü
kimi simgelerle kullanılamaz, yararlanılamaz duruma düşürmek Anayasal
ilkelere aykırılık oluşturur. Din seçimine, ibadete kimse
karışamazken, dinsel simgelerle yaratılacak ayrılıklarla toplumun bu
haklardan yoksun kalması tehlikesi doğabilir. Her hakkın kaynağı insan
olduğuna göre, eski çağlarda doğaya, yönetenlere, kendi yaptıklarına
tapan, bunlardan korkan insanlar, düşünerek kabul ettiği, özgürce
seçtiği dinlere inanarak belli bir aşamaya gelmişken bu düzeyi yıkacak
eylemleri vicdan ve dinsel inanç özgürlüğü ile bağdaştırmak
olanaksızdır. Yükseköğretim kurumlarında giysilerin, başörtü ve
türbanın dinsel inanca dayandırılması çağın gereklerine aykırıdır.
....... Belli biçimde giyinmek özgürlüğü, dinsel inancı aynı, ayrı
olanlar ve olmayanlar arasında farklılık yaratmaktadır. Vicdan
özgürlüğü, istediğine inanma hakkıdır. Laiklikle vicdan özgürlüğü
karıştırılarak dinsel giyinme özgürlüğü savunulamaz. Giyim konusu Türk
Devrimi ve Atatürk ilkeleri ile sınırlı olduğu gibi vicdan özgürlüğü
konusu da değildir. Zorlamayı uygun bulmayan din alanında, hukuk
kuralları gibi nesnel yaptırımlar niteliğinde kural getirilmesi dinsel
inanç özgürlüğüne ters düşmektedir."

•· "..... 3.12.1934 günlü 2596 sayılı "Bazı Kisvelerin
Giyilemeyeceğine Dair Kanun"un gerekçesinde "Din ile Devletin
ayrılığını ve dini akidelerin Devlet hayatı haricinde sırf vicdani bir
mahiyette kalıp memleketin hayatında dinin hiçbir tesiri olmamasını
yani laiklik esasını inkılabın ve rejimin ana umdesi tanımış olan
Cumhuriyet Hükümeti..." denildikten sonra, Yasanın amacı belirtilirken
"Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzla müeyyet ve ekalliyetler için de ayrıca
hususi hükümleriyle tanınmış olan ve esasen Türk inkılâbının ana
umdelerinden bulunan vicdan serbestisi hakkını tahdit yollu bir
müdahale mevzubahis olmayıp bu hüküm ile takip edilen gaye bilakis
vicdan hürriyetini takviyeye matuftur, çünkü ehemmiyetsiz kıyafet
müsavatsızlıkları dolayısıyla memleket amme nizamını muhil olabilecek
ihtimallerde halkın huzur ve sükûnunu korumaktan ve Türkiye`de yan
yana yaşayan insanların birbirlerine karşı medenî ve insanî saygılarla
yaşayabilmelerini ve her türlü soğukluk ve geçimsizlik bahanelerinin
bertaraf edilmesini teminden ibarettir. Binaenaleyh bu kanunun hedefi,
Cumhuriyetin sınırları içinde yaşayan insanların hangi din ve mezhebe
mensup olurlarsa olsunlar serbesti vicdan hususunda tam bir müsavata
mazhariyetlerini ekseriyetten olsun, ekalliyetten olsun, yabancı
bulunsun, yerli olsun, Türkiye`de vicdanî hürriyetin lüzumsuz bir
kasru tahdidi asla düşünülmeksizin Türkiye`de herkesin dinî hürriyetin
tazimi hususunda müsavat üzerine nizamı ammenin icaplarına tabî
tutulmasını temin etmektedir." görüşlerine yer verilmiş; daha sonra
sözü edilen eşitliği ve laiklik ilkesini zedelemeden düzenleme
yapıldığı belirtilerek amacın, ulusal birliği incitici, ulusal duyguyu
kışkırtıp kızdıracak durumlara engel olmak olduğu açıklanmıştır. Bu
yasa yürürlükteyken, dinsel inanç gereği örtüyü getiren dava konusu
madde, açık biçimde, lâiklik ilkesini güçlendirip koruyan kurallarla
çatışmaktadır. Her tür baskıyı reddeden demokrasiyle, yükseköğrenim
kurumlarında ayrılıklar yaratarak zamanla toplumun öbür kesimlerine
sıçrayıp kutuplaşmalara neden olacak, başka eğitim, öğretim yerleri ve
kamu kurumları için kötü örnek sayılacak dinsel baskılı uygulamaları
bağdaştırmak olanaksızdır. Devlet laik olunca, ulus çoğunluğunun belli
bir dine bağlı olması da düzenlemelerin dinsel gereğe dayanmasını
haklı kılamaz. İçtenlik, sadelik isteyen, temizlik, sevgi ve saygı
kaynağı olması gereken dinin gösteri niteliğinde bir belirtiye
gereksinimi olduğu da düşünülemez. Dinler, doğaları gereği lâik
değillerdir. Ancak lâikliğe karşı olmaları da zorunlu değildir. Başka
dinlere, dinsel inancı olmayanlara hoşgörü olanaklıdır. ....... Çağdaş
uygarlık düzeyinin üstüne çıkma, Türk Devriminin amaçladığı ulusal
aşamadır. Anayasa`nın 174. Maddesi kapsamındaki 29.11.1934 günlü, 2950
sayılı Yasa`nın gerekçesinde, Türk Devrimi`nin en belirgin niteliğinin
demokratlık olduğu, Türk Devrimi ve Cumhuriyetinin yasalar önünde
herkesi eşit kıldığı anlatılmaktadır. Özellikle Tevhid-i Tedrisat
Kanunu, aklın ve bilimin öncülük ettiği tek tür eğitim düzeni içinde
duygu ve görüş birliğini, dayanışmayı amaçlayarak lâik eğitim ve
öğretime dayanak olmuştur. Önyargılardan arınmış, araştırıcı, akla ve
bilime bağlı, bağnazlığa karşı, ulusal değerlere saygılı, özgür
düşünceli, özgür vicdanlı, çağdaş görüşlü insan yetiştirme ereği
Anayasa`nın 42. ve 130. maddeleriyle de doğrulanmaktadır.

....... başörtüsü ve onunla birlikte kullanılan belli biçimdeki giysi,
bir ayrıcalıktan ötede bir ayrım atacı niteliğindedir. Şimdiye kadar
başörtüsü kullanmadan yükseköğretim kurumlarını bitirmiş bayanlarla
şimdi yükseköğretim kurumlarında bulunan bayanları dine karşı ya da
dinsiz göstermek için kullanılma olasılığı da kaçınılmazdır. Çağdışı
bir görünüm veren bu durumun giderek yaygınlaşması Cumhuriyet, devrim
ve lâiklik ilkesi yönünden sakıncalara da açıktır. Demokrasiden
yararlanarak lâikliğe karşı çıkışlar, din özgürlüğünün kötüye
kullanılmasıdır. Dinin birleştiriciliğine, hoşgörüsüne inandırarak
benimsetme özenine aykırı yanlış yorum ve değerlendirmelere dayalı
bölücülükler, dinden soğutmaya neden olacak tutumlar din saygısıyla da
bağdaşmaz. Türk Devrimi temeline oturan ve bu yapıda lâiklik ilkesine
özel bir önem ve üstünlük tanıyan Anayasa, özgürlüklere karşın lâiklik
ilkesini özenle korumayı amaçlamış ve bu ilkenin özgürlüklere
kıydırılmasına olanak tanımamıştır."

Anayasa Mahkemesi bu belirtilen saptamaları yaptıktan sonra 10.12.1988
tarih ve 3511 sayılı kanunla, 2547 sayılı Üniversiteler kanununa "Ek
Madde 16" olarak eklenen; "Yükseköğretim kurumlarında, dershane,
laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarda çağdaş görünümde
bulunmak zorunludur. Dini inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya
türbanla kapatılması serbesttir." hükmünü Anayasanın Başlangıcına, 2
nci maddesinde belirtilen Cumhuriyetin niteliklerine, 10, 24 ve 174
üncü maddelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Daha sonra E.1990/36,
K.1991/8 sayı ve 09.04.1991 tarihli kararında da dini amaçlı örtünme
ve kıyafetlerin Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olduğu hususunu
teyit etmiştir.

Anayasa Mahkemesinin belirtilen kararlarında da ifade edilen bu
hususlar çerçevesinde, 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde
yapılan düzenlemeler incelendiğinde, "dinî gereğe dayalı" sözcükleri
kullanılmasa ve dolaylı bir biçimde tanınmış olsa da, dinî amaçlı ve
dinî gereğe dayalı örtünmeyi ve giysileri de kapsayacak biçimde
getirilmiş olan kıyafet serbestisinin Anayasanın Başlangıcında yer
alan lâiklik ilkesine aykırı düşeceği görülmektedir. Çünkü:

•- Bu düzenlemeler, bir takım din buyruklarının, geçerliği
tartışmalı da olsa, gereğini karşılamak amacıyla yani dinî esaslara
dayanılarak yapılmıştır. Halbuki Anayasa Mahkemesinin E.1989/1,
K.1989/12 sayı ve 7.03.1989 tarihli kararında da belirtildiği gibi,
lâik bir devlette kamu hukuku alanındaki bir düzenleme dinsel gerek ve
temellere dayandırılamaz; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı
tutulacağı ilkesi gözardı edilemez. Yasa metninde "dinî inanç gereği"
ibaresinin yer almamış olması, durumda herhangi bir değişiklik
yapmamaktadır.

•- Dinî amaçlı örtünmeye imkân tanıyan bir düzenleme,
benimsenen dinî inançların, kıyafetler simge olarak kullanılmak
suretiyle açığa vurulmasına yol açar. Bu da inanan- inanmayan, örtünen
- örtünmeyen, Müslüman olan - olmayan gibi ayrışmalara; farklı dinden
olanların hatta aynı dine farklı ölçülerde bağlı bulunanların,
birbirleri üzerinde etki ve baskı kurmalarına ve çatışmalara neden
olabilir. Kişiler, toplumsal baskı altında, dinin gereği olduğu iddia
edilen bazı giysileri giymeye kendilerini mecbur hissedebilir veya bu
giysileri giymedikleri için giyenler tarafından kınanabilir. Bu da din
ve vicdan özgürlüğünün zedelenmesi sonucunu doğurur. Lâik bir devlette
ise, din ve vicdan özgürlüğünün tüm unsurlarıyla güvence altında
olması gerekir. Bu güvenceyi sağlayamayan bir düzenleme, Anayasa
Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararlarında da ifade edildiği gibi,
lâiklik ilkesiyle bağdaşamaz.

•- Bu düzenlemeler eğitim hizmeti alanların ve yükseköğrenim
hakkını kullananların, yükseköğretim kurumlarına, ilk ve ortaöğretim
kurumlarına dinî amaçlı giysiler, dinî simgelerle girmesine imkân
verecektir. Halbuki dersliklerde ve ilgili yerlerde dinsel inançları
simgeleyen belirtilerden uzak kalınmasının, lâiklik ilkesinin eğitim
alanına yansımış bir gereği olduğu Anayasa Mahkemesinin E. 1989/1,
K.1989/12 sayı ve 07.03.1983 tarihli kararında ifade edilmiştir.

5735 Sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde yapılan düzenlemelerin,
lâiklik ilkesini zedelemekle, Başlangıçta yer alan "Atatürk ilke ve
devrimlerine bağlılık" ilkesine de aykırı düştüğünü ifade etmek
gerekmektedir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, Atatürk ilke ve
devrimlerinin en önemlisi lâikliktir.

Söz konusu düzenlemeler, lâiklik ilkesinin yanısıra, Anayasa
Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 07.03.1989 tarihli kararından
da anlaşılacağı gibi, en önemli devrimlerden olan kıyafet devriminin
ve özellikle 3.12.1934 tarih ve 2596 sayılı Kanunun amacı ile de
bağdaşmamaktadır.

Çünkü bu amaç, önemsiz kıyafet farklılıklarının, kamu düzenini
bozmasını önlemek, halkın huzur ve sükûnunu korumaktır.

1 ve 2 nci maddelerde yapılan düzenlemeler ise herhangi bir sınırlama
ve koşul getirmeksizin her türlü kıyafete serbestî tanımakla, yukarıda
da açıklandığı gibi, kamu düzenini, toplum huzur ve sükûnunu tehlikeye
atmaktadır.

2596 sayılı Kanunun ve kıyafet devriminin amaçları ile bağdaşmayan
böyle bir durumun da "Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık" ve
"çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma azmi" hususlarına aykırı düşeceği
açıktır.

5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde yer alan düzenlemelerin,
Anayasanın Başlangıç kısmında yer alan "lâiklik ilkesinin gereği
olarak kutsal din duygularının Devlet işlerine ve politikaya
kesinlikle karıştırılamayacağı" ilkesine de aykırı düştüğü görülmektedir.

Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, lâikliğin en önemli unsurlarından
birisi, din duygularının Devlet işlerine karıştırılmaması ve dolayısı
ile yasaların din esasına dayandırılmamasıdır. Halbuki 1 ve 2 nci
maddelerin, İslam dininin örtünme konusunda öne sürdüğü düşünülen
buyruğunun gereğini yasa yoluyla karşılamak için düzenlendiği herkesin
bildiği bir gerçektir. Öyle ki, söz konusu Kanun, "Türban Kanunu"
olarak adlandırılmaktadır. Bu da, bu Kanunla dinin devlet işine
karıştırıldığını açıkça göstermektedir.

5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerindeki düzenlemeler, Anayasanın
Başlangıç kısmında yer alan; "Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki
temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir
hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve
yetisine doğuştan sahip olduğu" anlayışına da uymamaktadır. Çünkü dinî
amaçlı örtünme ve giysi serbestîsini de içerecek bir kıyafet
serbestîsi, benimsenen dinî inançların, kıyafetler simge olarak
kullanılmak suretiyle açığa vurulmasına yol açar. Bu da toplumda din
eksenli bölünmelere, inanan inanmayan, örtünen - örtünmeyen gibi
ayrışmalara ve farklı dinden olanların hatta aynı dine farklı
ölçülerde bağlı bulunanların, birbirleri üzerinde etki ve baskı
kurmalarına ve çatışmalarına neden olabilir. Böyle bir ortamın da
kişinin din ve vicdan özgürlüğünden gereğince yararlanmasına, maddî ve
manevi varlığını geliştirmesine elverişli olduğu söylenemez.

5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddeleriyle yapılan düzenlemeler,
Anayasanın Başlangıç kısmında belirtilen "kuvvetler ayrılığı" ilkesine
de aykırıdır. Bunun nedeni, bu düzenlemelerin Anayasa Mahkemesinin
E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 7.3.1989 tarihli kararıyla E. 1990/36,
K.1991/8 sayı ve 9.4.1991 tarihli kararlarını etkisiz kılmaya, bu
kararlarda dinî amaçlı örtünme ile Anayasanın lâiklik ilkesi arasında
kurulmuş olan ilintinin hukukî temelini ortadan kaldırmaya, Anayasaya
aykırılığı bu kararlarla belirlenmiş bir hususun Anayasaya uygunluğunu
sağlayabilmek için Anayasayı değiştirmeye yönelmiş olmalarıdır. Bu
yapılanın, yasamanın yargıya müdahalesi olduğu açıktır. Bu şekilde
yasama, yargı üstünde üstünlük sağlamaktadır.

Halbuki Anayasanın Başlangıç kısmının 4 üncü paragrafında, kuvvetler
ayrımının Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına
gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret
ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve
üstünlüğün Anayasa ve kanunlarda bulunduğu ifade edilmiştir.
Anayasanın 7, 8 ve 9 uncu maddelerinde de yasama, yürütme ve yargı
erklerini kullanacak organlar açıklanmıştır.

Diğer yandan Anayasanın 138 inci maddesinde yasama ve
yürütme organları ile idarenin mahkeme kararlarına uymak zorunda
oldukları; bu organların ve idarenin mahkeme kararlarını hiçbir
suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini
geciktiremeyeceği hükmü yer almaktadır.

Anayasanın 153 üncü maddesinde de Anayasa Mahkemesi kararlarının
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzelkişileri bağlayacağı ifade edilmiştir. Burada, kararların
gerekçelerinin de bağlayıcılık kapsamında olduğu söylenmelidir.

Anayasanın 153 üncü maddesi, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen bir
iptal kararı üzerine aynı konunun yeniden düzenlenmesi durumunda
yasama organını sınırlayıcı niteliktedir ve iptal kararı gerekçesi ile
birlikte yeni yasal düzenlemelerin temelini oluşturur. Bu yüzden
Anayasa Mahkemesi kararlarının yasakoyucu için zaman sınırı tanımayan
bir etkisi vardır. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine
yasakoyucu aynı konuda yeni bir düzenleme yapmak istediğinde,
yapılacak düzenlemenin iptal kararına ve iptal gerekçesine uygun
olması zorunludur. Tersi durumda Anayasa Mahkemesi kararlarının
bağlayıcı olma niteliği dolayısıyla Anayasa kurallarının bağlayıcılığı
ve üstünlüğü ilkesi sözde kalır.

Söz konusu 1 ve 2 nci maddelerde yapılan düzenlemelerle ise Anayasaya
aykırı bulduğu bir kıyafet serbestisini Anayasaya uygun hale getirmek
amacıyla Anayasanın değiştirilmeye kalkışılması, etkisizleştirilmeye
ve başkalaştırılmaya çalışılması, yasama erkinin Anayasanın 138 ve 153
üncü maddelere aykırı biçimde ve Anayasanın belirlediği sınırlara
uyulmaksızın "hukukun üstünlüğü" ilkesi gözardı edilerek, bütün devlet
organlarının işlemlerinde başta Anayasa olmak üzere hukuk kurallarına
bağlı olmasını gerekli kılan "hukuk devleti" ilkesine aykırı biçimde
kullanıldığını ortaya koymaktadır.

Söz konusu 1 ve 2 nci maddelerde yapılan düzenlemeler, bu bakımdan da,
Anayasanın 2 nci maddesine aykırı ve bu maddeyi değiştirici niteliktedir.

e- 1 ve 2 nci maddelerin, Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "demokratik, lâik ve sosyal hukuk devleti" niteliğine
aykırılığı

İptali istenen 1 ve 2 nci maddelerin amacının, dolaylı biçimde de
olsa kamu hizmetlerinden yararlanılmasında ve yükseköğrenim hakkının
kullanılmasında dinî amaçlı örtünme veya giysileri serbest bırakmak
olduğu, 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı kanunun gerekçelerinden ve
yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.

Anayasa Mahkemesinin E.1989/1, K.1989/12 sayı ve 7.3.1989 tarihli ve
E.1990/36, K.1991/8 sayı ve 09.04.1991 tarihli kararlarına
bakıldığında, böyle bir serbestinin Cumhuriyetin "demokratik, lâik,
sosyal, hukuk devleti niteliği ile bağdaşmayacağını söylemek gerekir.
Söz konusu karara göre: "Ulusal egemenlik, demokratik yapının
temelidir... Demokratik düzen ise, dinsel gerekleri egemen kılmaya
çalışan, şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimle
ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz. Demokratik devlet,
ancak lâik devlettir. Dinsel gerekli düzenlemeler dinsel çabaları,
zorlamaları, bunlar da dinsel ayrılıkları getirir. Sonuçta
demokrasinin özgürlükçü, çoğulcu, hoşgörücü niteliği kalmaz..."

"...... Devletin temsil ettiği ve egemenlik gereği olarak kullandığı
siyasal gücün düzenleyicisi hukuktur. Gerçekte hukuksal bir kurum olan
devletin tüm eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu başlıca geçerlik
koşuludur. Devlet Yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk kurallarına
göre yapılır. Din kurallarına göre yapılan düzenlemeler hukuksal
nitelik taşımaz. Din kurallarının kaynağı Tanrı`dır. İlahî istenç
(irade), tanrı buyrukları, din kurallarının başlıca kaynağıdır.
Hukukun kaynağı ise, hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun
istencidir. Din, ulustan kaynaklanan bir değer olmadığından, temelini
ulusal istencin oluşturduğu bir düzende hukuk kaynağı sayılması
olanaksızdır. Egemenliğin ulusta oluşuna dayanan hukuk düzeniyle
tanrısal buyruklara dayalı ilahî istenç arasında ilişki kurulamaz.
Hukuk düzeni, dinsel düzeni dışarıda bırakan, varlığını hukuktan alıp,
hukukla sürdüren devlettir. Egemenlik imana dayalıdır. Özünde insan
değeri bulunan egemenliğin hukuksal biçimlenmeyle devlet gücüne
dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını açıklamaktadır. Bu yapıyı
etkileyecek olumsuzluklar, hukuk devleti ilkesini tartışma konusu
yapar. Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz. Yasalar ilkelerini dinden
değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği
zedelenir. Dine dayanan yasalar, vicdan özgürlüğünü benimsemediğinden,
her din için ayrı yasa gereğini ortaya çıkarır; ulusal bir devlette bu
tür düzenleme olamaz. Böyle düzenlemeler din kurallarını
benimsemeyenler için de ayrılık sayılabileceği gibi ayrı dinler için
de ayrılık aracı olur. Gelişmek ve ilerlemek için durağan din
kurallarına değil insanlığa ayak uydurmak, akla ve bilime öncülcük
tanımak gerekir. Siyasal düzenlemelerin kaynağı hukuk, dayanağı
Anayasa`dır. Başka kaynak ve dayanak aranamaz. Hukuksal düzenlemeler
dünya işidir, din işi değildir... Yasalar dinsel temele oturtulamaz.

... Egemenliğin bağsız koşulsuz ulusta olması ilkesi, dinde
olmadığının kanıtıdır. Cumhuriyet, ulusal egemenliğin hukuksal biçimi
olduğundan dinsel olguların etkisi dışındadır. Teokratik devlet düzeni
lâik olamaz ama dinlere hoşgörü ile bakabilir. Demokrasi, insan
hakları, hukuk konularında da Anayasa düzeyi ve sınırları geçerlidir.
Dilek ve öneri türünde ya da özlem niteliğinde görüşlerle, Anayasanın
öngördüğü sınırlamaları, lâikliğin korunması için getirilen kuralları
hiçe saymak olanaksızdır."

"... Kuşkusuz burada demokrasinin bir özgürlükler rejimi olduğu göz
ardı edilmemelidir. Ancak, dinî amaçlı örtünme ve dinî kıyafet
serbestîsi konusu nasıl lâikliğe aykırı bir anlayışla düzenlenemezse,
sınırsız bir özgürlük anlayışı ile de açıklanamaz. Herkesin her
istediğini yapması en eski ve en yeni demokrasilerde bile söz konusu
değildir. Özgürlükleri yıkmak için özgürlüklerden yararlanılamayacağı
gibi, özgürlük, bir başkasının özgürlüğünden yararlanmasına imkân
bırakmayacak bir biçimde de kullanılamaz."

Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararında da ifade edildiği
gibi, demokratik bir hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi için
gereken unsurların en önde gelenlerinden birisi, kişi hak ve
özgürlüklerinin güvence altına alınmasıdır. Bu yapılırken de,
özgürlükleri yıkmak için özgürlüklerden yararlanılmasına imkan
tanınmaması ve özgürlüklerin, başkalarının özgürlüklerinden
yararlanmalarını engelleyecek biçimde kullanılmasına izin verilmemesi,
öncelikle gözetilmesi gereken hususlardır.

Halbuki 5735 sayılı Kanunun dinî gerekleri karşılamak amacıyla
düzenlenen 1 ve 2 nci maddelerinde getirilen ve dinî amaçlı örtünmeyi
de kapsayan kıyafet özgürlüğü, dinî simge niteliğindeki kıyafetler
aracılığı ile kişilerin, farklı dinî yaklaşımları olanları denetim ve
baskı altına almalarına imkân hazırlayarak, çağdaş bir demokrasinin en
temel özelliği olan çoğulculuğa ve hoşgörüye bir tehdit oluşturacak;
kişilerin kıyafet özgürlüğünü başkalarının din ve vicdan özgürlüğünü
zedeleyecek biçimde kullanmalarına yol açabilecektir. Bu da
Cumhuriyetin "demokratik" olmak niteliği ile bağdaşmayacak bir durumdur.

Böyle bir durumun Cumhuriyetin "lâik hukuk devleti olma" niteliğine de
aykırı düşeceği ortadadır.

Çünkü "hukuk devleti" adı verilen yönetimi biçiminin
gerçekleştirilmesinde gerekli unsurların en başında da "kişi hak ve
özgürlüklerinin güvence altına alınması" gelmektedir. Din ve vicdan
özgürlüğünü herkes için karşılıklı olarak yeterince güvence altına
alamamış olan bir düzenlemenin hukuk devleti ilkesi ile bağdaşması da
olanaksızdır.

Diğer yandan, 5735 sayılı kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde yer alan
düzenlemelerin dinsel gerekleri karşılamak amacıyla ve dinsel
temellere dayalı olarak yapıldığı da görülmektedir. Halbuki lâik ve
demokratik bir hukuk devletinde, yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi
kararlarında da ifade edildiği gibi, egemenlik ulustan kökenlendiği
için hukuk düzeninin halkın iradesi doğrultusunda şekillendirilmesi,
dinsel gereklere göre ve din kuralları temel alınarak hukuk düzeni
oluşturulmaması, özgürlüklerin laikliğe aykırı bir anlayışla
düzenlenmemesi gerekmektedir. Din kuralları temel alınarak ve din
gereklerini karşılamak üzere yasa yapılması, "laik, demokratik hukuk
devleti" anlayışına aykırı bir durumdur ve yönetimde dine üstünlük
tanımak anlamına gelmektedir. Söz konusu 1 ve 2 nci maddelerdeki
düzenlemelerin bu açından da Cumhuriyetin "laik, demokratik, hukuk
devleti olma" niteliğine aykırı düştüğü söylenmelidir.

Hukuk devleti adı verilen yönetim biçiminin gerçekleştirilmesinde
temel unsurlardan birisi de kuvvetler ayrılığıdır. Söz konusu 1 ve 2
nci maddelerde yapılan düzenlemelerle, yukarıda açıklandığı gibi
kıyafet serbestisi konusunda Anayasa Mahkemesinin verdiği kararları
etkisiz kılmak ve Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı gördüğü bir
hususu Anayasaya uygun hale getirebilmek için Anayasal dayanak
hazırlamaya yönelinmiş olunması, yukarıda da açıklandığı gibi
yasamanın yargı üzerinde üstünlük kazanması anlamına gelmekte ve
Anayasanın Başlangıç kısmında tanımlanmış olan kuvvetler ayrılığı ve
hukukun üstünlüğü ilkelerinin yanısıra Anayasanın 2 nci maddesinde
ifade edilmiş olan "hukuk devleti" ilkesine de aykırı düşmektedir.

Söz konusu düzenlemelerin Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı
ilkesi gözardı edilerek yapılmış olması da yukarıda açıklandığı gibi
"hukuk devleti" ilkesine aykırılık oluşturan bir başka husustur.

5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde getirilen dinî amaçlı
örtünmeyi de içerecek kıyafet serbestîsinin, Cumhuriyetin Anayasanın 2
nci maddesinde belirtilen "sosyal devlet" niteliği ile de bağdaşmadığı
görülmektedir. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi, dinî esaslı giysiler
bağlamında ortaya çıkacak toplumsal ayrışma, kutuplaşma ve çatışmalar
toplumsal huzuru bozacak ve sosyal devlet adı verilen yönetim
biçiminin en önemli yapıcı unsuru olan sosyal birlik ve dayanışmayı
ortadan kaldıracaktır.

Bununla birlikte göz ardı edilmemesi gereken bir nokta da, YÖK
Kanununun Ek 17. madde için AKP ve MHP`nin birlikte verdiği ve
Komisyonda bekleyen Yasa Teklifinin, belli bir inanç grubuna imtiyaz
tanıma sonucunu doğuracak olmasıdır. Belli bir biçimde başını
örtenlere yüksek öğrenim hakkı tanıyan bu düzenleme, Anayasanın 10.
maddesine eklenen ibarenin de belli bir inanç grubuna imtiyaz
tanınmasına yönelik olduğunu ortaya koymaktadır.

Bütün bu açıklamalar, 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinde
yapılan düzenlemelerin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde
belirtilen "laik, demokratik, sosyal hukuk devleti" niteliklerine
aykırı düştüklerini ve Anayasanın 4 ncü maddesindeki yasağa karşın,
Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen ve yukarıda
açıklanan niteliklerini değiştirdiklerini ortaya koymaktadır.

2- 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddeleriyle
yapılan düzenlemelerin Anayasanın 4 ncü maddesi karşısındaki konumları

"Anayasa Devlet yapısının temelidir. Devlet kuruluşlarının yapısı ve
düzeni, bu kuruluşların yetkileri, görevleri ve birbirleriyle olan
ilişkileri ile karşılıklı durumları, Devlet ve kişilerin haklarıyla
ödevleri, bu hukuksal yapının bütününü oluştururlar. Anayasa düzeni
diye adlandırabileceğimiz bu yapının öyle kuruluşları, hak ve ödev
kuralları vardır ki, bunların hukukun üstün kurallarına ve çağdaş
uygarlığın oluşum ve gelişim süreci gerçeklerine aykırı düşen kimi
hükümlere bağlanması, sözü geçen düzenin bütünlüğünü bozabilir.
Anayasamızın 1. maddesinde yer alan "Türkiye Devleti bir
Cumhuriyettir" hükmü bu çeşit kuralların başında yer alır. Bu hükmün
değiştirilmesi, hiç kuşku yok ki, Anayasa yapısını temelinden yıkar.

........ Çağdaş Anayasalar, kendilerini böyle istenmeyen ve uygun
olmayan değişikliklere karşı koruyan ve güvence altına alan hükümleri
ve kuruluşları birlikte getirme yolunu seçmişler ve sonunda sağlamayı
başarmışlardır. Bu nitelikte bir yolu seçmenin bir anlamı da, klâsik
demokrasiden daha ayırımlı bir sistem olarak, Anayasayı yasama
organının kendisine ve daha açık bir deyimle çoğunluğun baskısına
karşı koruyacak hükümlere ve kurumlara da yer verilmiş bulunmasıdır.
Böyle bir sisteme gidiş, yurdumuzda siyasal iktidarın bütün öğeleri
ile birlikte ulusa geçişi demek olan Cumhuriyetin kurulmasından sonra,
onu, temelinden sarsacak tutum ve davranışlara karşı ulusun
direnişinin ve yine temeline oturtularak bu kez daha da anayasal ilke
ve güvencelere ve hukuksal kurallarına bağlama zorunluluğunun
doğurduğu gereksinmelerin kaçınılmaz bir sonucu olmuştur.

Bu gereksinmeler 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 4 ncü
maddesine de, "Anayasanın 1 nci maddesindeki Devletin şeklinin
Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin
nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve
değiştirilmesi teklif edilemez" hükmünün yerleştirilmesine neden
olmuştur. (Bkz. Anayasa Mahkemesinin E. 1973/19, K. 1975/87 sayı ve
15.4.1975 tarihli kararı)"

4 ncü madde incelendiğinde önce bir değişmezlik ilkesi konulduğu, buna
ek olarak da bir teklif yasağı getirildiği görülmektedir.

Anayasanın 4 ncü maddesine göre; Anayasanın 1 nci maddesindeki
Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci
maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümlerinde
değişmeyi öngören veya Anayasanın sair maddelerinde yapılan
değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu ilkeleri
değiştirme amacı güden herhangi bir kanun teklif ve kabul
olunamayacaktır. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir
kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme
yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir.

Anayasanın 4 üncü maddesinde yer alan bu yasak, belli sayıdaki Türkiye
Büyük Millet Meclisi üyesinin esasında kendileri için bir hak teşkil
eden ve niteliği bakımından da bir yasama işlemi olan Anayasa
değişikliği teklif etmelerini önlemektedir. Başka bir deyimle,
değişiklik teklifi, değişmezlik ilkesiyle çatışmıyorsa, Anayasada
gösterilen şekil şartlarına uygun olarak yöntemi içinde yürüyecek ve
şayet çatışıyorsa, hiç yapılamayacak, yapılmış ise yöntemi içinde
yürütülemeyecek, yürütülmüş ise kabul edilip kanunlaşamayacaktır.
(Bkz. Anayasa Mahkemesinin E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.06.1970
tarihli ve E.1973/19, K.1975/87 sayı ve 15.04.1975 tarihli kararı)

Görüldüğü gibi 4 üncü maddedeki yasak, Anayasanın 7 nci maddesinde
TBMM`ne verilmiş olan yasama yetkisi için bir sınır oluşturmaktadır.
Yani, Anayasanın 1, 2 ve 3 üncü maddelerindeki hükümlerin kapsamını
oluşturan konular, yasama erkinin konusal alanının dışında bırakılmış
ve bu suretle TBMM, bu alanda, yasama yetkisini kullanmaktan men
edilmiş; yetkisiz kılınmıştır.

Kuşkusuz Anayasanın 7 nci maddesine göre yasama yetkisi münhasıran
Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Ancak TBMM`nin bu yetkisi mutlak
değildir. TBMM bu yetkisini Anayasanın 4, 138 ve 153 üncü maddeleriyle
sınırlı olarak kullanacaktır. Yani Anayasanın 138 inci maddesinin son
fıkrasına göre, mahkeme kararlarına uyacak, mahkeme kararlarını
değiştiremeyecek ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyecek;
153 üncü maddenin son fıkrasına göre de Anayasa Mahkemesi kararlarının
ve gerekçelerinin bağlayıcılığına uyacaktır. Anayasanın 4 üncü maddesi
de TBMM için yetkisizlik alanı çizmiştir.

Bu yetkisizlik 4 ncü maddede "değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif
edilemez" şeklinde öylesine açıktır, mutlak ve emredici bir dille
ifade edilmiştir ve bu koruma mekanizmasına öylesine bir anlam
yüklenmiştir ki, aksi yöndeki bir Anayasa değişikliği, Anayasa buyruğu
ve yasağının çiğnenmesi içerikli "ağır ve açık yetki tecavüzü"
oluşturacaktır. Bu tür bir yetki tecavüzü taşıyan bir işlemin "yok"
hükmünde (keenlemyekūn) olduğu ve bu nedenle hukuken hiç doğmamış
sayılacağı; bu yüzden hiçbir makam ve kişiyi bağlamayacağı ve uyma ve
uygulama görev ve yükümü getirmeyeceği, Türk hukukunda öğreti ve
içtihadın birleştiği doğrulardandır. Bu tür işlemlerin resen veya
istem üzerine "yok"luğunun tespitinin ise, tüm yargı organlarının
doğal yetki alanı içerisinde olduğu tartışmasızdır.

Kuşkusuz burada yetkisizlik kapsamında olanın sadece Anayasanın ilk üç
maddesi olmadığını tekrar belirtmekte yarar vardır.

Anayasanın ilk üç madde dışındaki hükümlerinde yapılacak ve ilk üç
maddede belirtilen hususları değiştirip başkalaştırma sonucunu
doğuracak tüm yasa düzenlemeleri de 4 ncü maddedeki yasağın kapsamına
girmektedir. (Bkz. Prof. Dr. Sait Güran, "Anayasada Türban
Değişikliği" Cumhuriyet Gazetesi, 27.01.2008)

Aksini kabul, Anayasanın ilk üç maddesindeki hükümlerin özünün
Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle
boşaltılmasına, başkalaştırılmasına, "Anayasaya karşı hile"
yapılmasına imkân tanımak anlamına gelecektir.

Bu husus Prof. Dr. Erdoğan Teziç tarafından da, Anayasanın lâiklik
ilkesini düzenleyen 2. maddesi ve onu koruyan 4 üncü maddesi
karşısında, türban yasağının başka Anayasa maddelerinde yapılacak
düzenlemelerle kaldırılamayacağı; böyle bir işe kalkışılırsa bunun 2
nci maddeyi etkisiz kılmak için "Anayasaya karşı hile" oluşturacağı
yolundaki ifadelerle açıklanmıştır. (Bkz.Prof. Dr. Erdoğan Teziç`in
Fikret Bila`ya yaptığı açıklama, "Yön", Milliyet Gazetesi, 25.01.2008)

Kaldı ki Anayasa Mahkemesi de Anayasanın değiştirilemeyecek
hükümlerinin, Anayasanın diğer maddelerinde yapılacak değişikliklerle
değiştirilmesi halinde, bu tür yasama işlemlerinin de değişiklik
yasağının kapsamına gireceğini, E.1970/1, K.1970/31 sayı ve 16.6.1970
tarihli kararında şu şekilde ifade etmiştir.

"Bu bakımdan bu ilkelerle değişmeyi öngören veya Anayasanın sair
maddelerinde yapılan değişikliklerle doğrudan doğruya veya dolaylı
olarak bu ilkeleri değiştirme amacı güden herhangi bir kanun teklif ve
kabul olunamaz. Bu esaslara aykırı olarak çıkarılmış bulunan bir
kanunun Anayasanın mevcut hükümlerinde en küçük bir etki ve değişme
yapması veya yeni bir Anayasa kuralı koyması mümkün değildir."

Bu saptamaları yaptıktan sonra iptali istenen 1 ve 2 nci maddelerin,
Anayasanın 4 üncü maddesi karşısında konumunu belirleyebilmek için, bu
maddedeki düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesindeki hususları
değiştirici veya başkalaştırıcı bir nitelik taşıyıp taşımadığı
sorusuna yanıt vermek gerekir. Bu da yukarıda söz konusu 1 ve 2 nci
maddelerin Anayasaya aykırılık gerekçelerinde açıklanmış ve
getirdikleri düzenlemelerin Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen
Cumhuriyetin niteliklerine aykırı düştüğü, bunları değiştirip
başkalaştırdığı sonucuna varılmıştır.

3. 09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci Maddelerinin
Getirdiği Düzenlemelerin, Anayasa Mahkemesinin Yetki ve Görevleri
Bakımından Konumu

Anayasanın 148 inci maddesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa
değişikliklerini sadece şekil bakımından inceleyeceği ve
denetleyeceği; Anayasa değişikliklerinde şekil denetiminin teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup
uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu ifade edilmiştir.

Bu hüküm karşısında, Anayasa Mahkemesinin Anayasanın 4 üncü maddesinde
belirtilen yasağa karşın Anayasanın ilk üç maddesinde belirtilen
hususları değiştiren bir Anayasa değişikliği hakkında yargısal denetim
yapıp yapamayacağının belirlenmesi gerekmektedir.

Bu belirleme, Anayasanın 4 üncü maddesi dahil, Anayasa
değişikliklerinin teklif edilmesini düzenleyen Anayasa hükümlerinin
şekil kuralı niteliğini taşıyıp taşımadığı saptamasından hareketle
yapılmalıdır. Bu saptama, Anayasa Mahkemesinin E. 1973/19, K.1975/87
sayı ve 15.04.1975 tarihli kararında yapılmış ve söz konusu kararda
Anayasa değişikliklerini teklif etmeyi düzenleyen Anayasa hükümlerinin
yanı sıra bunu yasaklayanların da birer şekil kuralı olduğunda kuşku
bulunmadığı belirtilmiştir.

Ne var ki olayımızda, iptali istenen 1 ve 2 nci maddelerle getirilmiş
olan düzenlemelerin, Anayasanın 4 üncü maddesinde ifadesini bulan
şekil kuralına aykırı olup olmadığının belirlenmesi ancak esasa
girilerek yapılacak bir denetimle yani bu düzenlemelerin içeriğinin
Anayasanın ilk üç maddesinde getirilen ilkelerle bağdaşmayacak, bu
nedenle bu ilkeleri değiştirici bir nitelik taşıyıp taşımadıklarının
belirlenmesi yoluyla mümkün olabilecektir.

Bu durumda Anayasa Mahkemesi, TBMM`nin yetkisizliği nedeniyle yasama
yetkisini kullanamayacağı bir alanda yapılan düzenlemeleri içeren söz
konusu 1 ve 2 nci maddeleri, böyle bir "şekil içerisinde esas
denetimi" yapmaya yetkili olmadığı ve şekil denetiminin kapsamının
"teklif ve kabul yetersayılarına ve ivedilikle görüşmeme hususuna
uyulup uyulmadığı" ile sınırlı tutulmuş olduğu gerekçesiyle
denetlemekten kaçınabilecek midir?

Bu soruya kuşkusuz olumsuz yanıt vermek gerekmektedir. Çünkü Anayasa
Mahkemesinin böyle bir denetimi yapamayacağını kabul etmek, Anayasanın
4 üncü maddesinde belirtilen yasağa aykırı yasama işlemlerini
yaptırımsız bırakmak anlamına gelecek; Anayasanın 4 üncü maddesindeki
yasağı işlevsiz ve etkisiz hale sokacak; ağır ve açık bir yetki
tecavüzü ile malûl "yok" hükmündeki bir yasama işleminin yürürlükte
kalmasını sağlayacak; Türkiye Cumhuriyetinin, Anayasanın ilk üç
maddesinde belirtilen niteliklerini güvencesiz bırakacaktır.

Halbuki Anayasamızın ilk 3 maddesinde belirtilen nitelikler, Türkiye
Cumhuriyetinin temelidir. Bu nitelikler değiştirildiği taktirde
Anayasanın yerleşmiş düzeni, ahengi, bütünlüğü ve Devletin niteliği de
başkalaşır. Bu durumda da Devlet yapısının Anayasada tanımlanan ve
istenen biçimde işlemesi söz konusu olamaz.

Bir teklifin kabulünde, kabul yetersayısına ulaşılamamasını iptal
nedeni olarak kabul eden bir Anayasanın, yukarıda ifade edilen
durumların ortaya çıkmasına yol açacak bir şekil aykırılığını,
yaptırımsız bırakmayı tercih etmiş olduğu, kabul edilemez. Böyle bir
kabul, TBMM`nin belli bir çoğunluğunun, değişmez nitelikteki Anayasa
hükümlerini, ağır ve açık yetki tecavüzü teşkil eden yasama
işlemleriyle bertaraf etmesine ve usul saptırmalarına kapıyı ardına
kadar açmak; anlamına gelir. Böyle bir durumun ise, Anayasa ve hukukta
yeri olamaz. Çünkü bu, hukukun genel ilkelerine aykırı düşer. (Bkz.
Prof. Dr. Sait Güran, "Anayasa`da Türban Değişikliği", Cumhuriyet
Gazetesi, 27.01.2008) Prof. Dr. Erdoğan Teziç`in Fikret Bila`ya
yaptığı açıklamalar "Yön", Milliyet Gazetesi, 25.01.2008 ve 9.02.2008,

Anayasanın 148 inci maddesindeki, Anayasa değişikliklerinde şekil
denetiminin "teklif ve ..................... şartına uyulup
uyulmadığı" hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden hüküm aslında
böyle bir denetime engel değil dayanaktır. Çünkü "teklif ........."
şartına uyulup uyulmadığının incelenmesi yetkisi, Anayasa
değişikliklerine ilişkin tekliflerde Anayasanın 4 üncü maddesindeki
yasağa uyulup uyulmadığının da denetlenmesini gerektirir.

Kaldı ki Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirilmezlik ilkesinin
gereği olarak, bir teklifin Anayasada öngörülen sayılarla teklif veya
kabul edilip edilmediğinin incelenebilmesi için öncelikle ortada
hukuken sonuç doğurabilecek bir teklifin bulunması gerekir. Bu nedenle
teklif ve kabul yetersayılarını denetleme konusunda verilen bir
yetkinin, bir Anayasa değişikliği söz konusu olduğunda evleviyetle
"teklifin Anayasanın 4 üncü maddesine uygunluk bağlamında hukuken
geçerli olup olmadığını" inceleme yetkisi"ni de içerdiğini söylemek
gerekir.

Bu açıklamalara göre varılacak sonuç, Anayasa Mahkemesinin, 5735
sayılı kanunun 1 ve 2 nci maddelerinin Anayasaya uygunluğunu
inceleyebileceği ve söz konusu maddelerin Anayasanın 10 ve 42 nci
maddelerini değiştiren hükümlerinin Cumhuriyetin Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen niteliklerini de değiştirip değiştirmediğini
belirledikten sonra, değiştirdiğine karar vermesi halinde bu hükümleri
Anayasanın 4 üncü maddesindeki değiştirme yasağına aykırılık nedeniyle
iptal edebileceğidir.

Düşünülebilecek ikinci seçenek ise, Anayasa Mahkemesinin yasama
organının yetkisiz olduğu bir alanda yaptığı düzenlemeler
niteliğindeki 1 ve 2 nci maddelerin "yok hükmünde" olduklarına karar
vermesidir. Türk hukuku, yukarıda da belirtildiği gibi, "bir hukukî
işlemin yokluğu" iddiasının her mahkemede öne sürülebileceğini ve
"yokluk tespiti"nin istem üzerine veya resen her mahkeme tarafından
yapılabileceğini; "yokluk tespiti" yetkisinin mahkemelerin herhangi
bir yerde yazılı olması gerekmeyen "genel bir yetki ve görev"i
olduğunu kabul etmektedir.

Yukarıda söz konusu 1 ve 2 nci maddelerle yapılan düzenlemelerin,
Anayasanın 4 ncü maddesinde yasama organına vermediğini açıkça
belirttiği yani Anayasadan kökenlenmeyen bir yetkinin Anayasanın 6 ncı
maddesine aykırı olarak kullanılması nedeniyle "yok hükmünde"
oldukları ifade edilmiştir.

Bu durum karşısında ve bu seçenek çerçevesinde, Anayasa Mahkemesi,
Anayasanın 4 ncü maddesinin vermediği bir yetkinin kullanılması
yoluyla dolaylı bir biçimde Anayasanın 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin
niteliklerini değiştiren 5735 sayılı Kanunun 1 ve 2 nci maddelerinin
yok hükmünde olduğuna ilişkin iddiayı inceleyebilecek ve Cumhuriyetin
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen niteliklerinde doğrudan veya
dolaylı bir değişiklik yapıldığını tespit etmesi halinde, söz konusu 1
ve 2 nci maddelerin "yok hükmünde" olduğunu karara bağlayabilecektir.

V. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı "Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 1 ve 2 nci
maddelerinin, Anayasanın 2 nci maddesinde ifade edilen Cumhuriyetin
niteliklerini, Anayasanın 10 ve 42 nci maddelerine yaptıkları
eklemelerle dolaylı bir biçimde değiştirdikleri yukarıda
gerekçeleriyle açıklanmıştır. Böyle bir durum Anayasanın 4 üncü
maddesinde belirtilen değiştirme yasağına aykırıdır. Anayasanın 4 üncü
maddesinin yasakladığı bir alanda, Anayasanın vermediği bir yasama
yetkisinin kullanılması suretiyle yapılan bu Anayasa değişikliklerinin
yok hükmünde olduğuna karar verilmesi veya iptal edilmesi gerektiği
düşünülmektedir.

Ancak söz konusu hususlarda Anayasa Mahkemesinin kararı yürürlüğe
girinceye kadar geçecek süre içinde bu Anayasa değişikliklerinin
yürürlükte kalması, Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini
yitirmesine, başkalaşmasına yol açacak; bu değişikliklere dayalı
olarak bir takım kanunların yapılmasına imkân tanıyacaktır.

Bu süre içerisinde türban ve benzeri dinî inançlı giysiler hızla kamu
hizmetlerinden veya yükseköğrenim hakkından yararlananlar arasında
yayılarak, kamu yönetimine taşınacak; dinî amaçlı giysi eksenindeki
toplumsal bölünme, ayrımcılık, kutuplaşma, etki ve baskı süreçlerinin
kontrol edilemeyecek boyutlara ulaşması söz konusu olabilecektir. Bu
durumun ise kamu düzenini, toplum huzur ve beraberliğini giderilmesi
mümkün olmayacak ölçülerde zedeleyeceği ortadadır.

Anayasa değişikliği yürürlüğe girmeden önce getirilen düzenlemelerin
toplumda türban taraftarı ve aleyhtarı ayrışmasına, tepkilere ve buna
bağlı gösterilere neden olduğu bilinmektedir.

Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden hemen sonra Yükseköğretim
Kurumu Başkanının üniversitelere, türbanlıların alınacağına ilişkin
olarak gönderdiği yazıya, pek çok üniversite rektörünün türbanın
serbest bırakılması için yeni bir düzenleme yapılmasını gerekli
bularak uymaması sonucunda ortaya çıkan karmaşa; türbanlılar ile
türbana hayır diyen öğrencilerin ve türbanlıları dersliklere almayan
üniversite yöneticilerinin arasında şimdiden kendisini gösteren ve
giderek yaygınlaşan gerginlikler de yukarıda ifade edilen endişelerin
yersiz olmadığını kanıtlamaktadır.

Anayasa değişiklikleri gündeme girdikten sonra, tesettürlü olmayan
kadınlara yönelik olarak yurdun çeşitli yörelerinde görülen saldırılar
da, geleceğe yönelik endişeler bakımından, görmezden gelinemeyecek
kadar önemli ve tehlikeli gelişmelerdir.

Sonradan giderilemeyecek böylesi zarar ve tehlikelerin önlenmesi için,
söz konusu 1 ve 2 nci maddelerin yürürlüklerinin dava sonuçlanıncaya
kadar durdurulması gerekmektedir.

VI. SONUÇ VE İSTEM

09.02.2008 tarih ve 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 1 ve 2 nci
maddelerinin "yok hükmünde olduklarına veya iptallerine karar
verilmesi ve dava sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulması
istemini saygı ile arz ederiz.

Hakkı Suha OKAY

Ankara Milletvekili


Kemal ANADOL

İzmir Milletvekili

Sema Karaoglu, Founder Meltem Birkegren, Director

www.DofA.org
www.wearetheturks.org


Daughters of Atatürk is proud to promote Turkish Heritage across the globe. Mustafa Kemal Atatürk shaped the legacy we proudly inherited.
His integrity and dynamism and vision constantly inspires us. We are thankful to him for walking the untrodden path, achieving the unimaginable dream, living the eternal vision. We are the Turks, we are the future of Turkey.
Yahoo! Groups Links

<*> To visit your group on the web, go to:

http://groups.yahoo.com/group/Daughters_of_Ataturk/

<*> Your email settings:
Individual Email | Traditional

<*> To change settings online go to:

http://groups.yahoo.com/group/Daughters_of_Ataturk/join

(Yahoo! ID required)

<*> To change settings via email:
mailto:Daughters_of_Ataturk-digest@yahoogroups.com
mailto:Daughters_of_Ataturk-fullfeatured@yahoogroups.com

<*> To unsubscribe from this group, send an email to:
Daughters_of_Ataturk-unsubscribe@yahoogroups.com

<*> Your use of Yahoo! Groups is subject to:

http://docs.yahoo.com/info/terms/

Hiç yorum yok: