19 Nisan 2008 Cumartesi

[Daughters_of_Ataturk] KÖY ENSTİTÜLERİ

AYDINLANMANIN IŞIĞI ve ÇAĞDAŞ EĞİTİM KURUMLARI: KÖY ENSTİTÜLERİ.
Türk ulusu, 66 yıl önce çağdaş topluma en hızlı ulaşılacak yolu, hem de %100 bu toprakların ürünü olan yolu yaşama geçirmişti. KÖY ENSTİTÜLERİNİ. "Yeni bir değişim olgusunun, çağdaş değişim sürecinin içine giren Türk toplumu; O yollara tabloyu değiştirme kararlılığı ve inancıyla çıkmıştı 17 NİSAN 1940 Günü, Cumhuriyetle birlikte. Toplum, bütün varlığını, umutlarını ve geleceğini cephelere taşımış; silah olmuş, mermi olmuş ve en sonunda zafer olmuştu Kurtuluş savaşında. Kazanılan bağımsızlığın ardından gelen Cumhuriyetle birlikte başlayan değişim olgusu. 17 NİSAN 1940 Günü her yerde, herkes'te ve her şeyde, yoktan var etmenin, her şeye yeniden başlamanın başlangıç noktası olmuştu. Bütün yenilikler Mustafa Kemal tarafından topluma tanıtılmış, anlatılmıştı. Eğitimde de yeni Mustafa Kemal'ler olmalıydı. Bu alandaki öncülüğü, değişimi ve yeniden varoluşumuzu haykırmalıydık tüm dünyaya. Bu eşsiz bir model, yepyeni bir sistem olmalı, kendini sürekli geliştiren ve yenileyen biçim ve yapıyı içermeliydi. Bu bir yanıyla bize ait olurken, diğer yanıyla da evrensel özellikte olmalıydı. Bu yeni modelimizi, tanıtma ve uygulama misyonumuzu da, coşku ve heyecan ile sunmalıydık tüm insanlığa. Bu yeni modeli yeni Mustafa Kemal'ler sunmalıydı insanlarımıza ve insanlığa. İşte o yeni Mustafa Kemal'ler; Hasan Ali YÜCEL, İsmail Hakkı TONGUÇ ve onların önderliğindeki kadrolardı. Bu misyonu onlar üstlenmişti ve topluma onlar sunacaktı. Her şeye yeniden başlamaktı bu aslında... Aslında bu; Yaşama dair güzel duygular, bilgili ve bilinçli insanların yetiştirilmesi ve aydınlık bir gelecek demekti. Bu model imece usulu ile başlayan, büyük emeklerle bezeli olmalı ve eğitim seferberliği ile sunulmalıydı. Uygar ve aydın yaşama giden güvenli ve onurlu bir yol olmalıydı bu. Fakat, uygar ve aydın yaşama giden her yolun başlangıcında karanlığın yarasaları, cehaletin kör kuyuları, işbirlikçi sürüler, onların iğrenç direnişleri ve direnişçileri hep vardı. AMA ASIL; EĞİTİMİN, BİLİMİN, AYDINLIĞIN, SANATIN ve EMEĞİN GÜCÜ, İNANCI VAR'DIR. İŞTE; O ÇAĞDIŞI DİRENİŞÇİLERİN, İĞRENÇ DİRENİŞLERİNİ EZEN, YOK EDEN GÜÇ, BU GÜÇ'TÜR. İnsanlık tarihi; üretenlerle - sömürenlerin, haklılarla - haksızların, mazlumlarla - zalimlerin kavgalarına tanıklık eder ve bunların öyküleri ile kurgulanır. ...bu kavgalara kaynaklık eden temel çatışmanın orta yerinde de, TOPRAK vardır. Ulus olarak bizler, her zaman tarıma, toprağa ve köye hep yakın durduk. Bu yakınlığımıza rağmen; bir kopukluk, bir eksiklik, bir boşluk öylece orada duruyordu sanki hep. Duruyordu elbette! Çünkü toprağı çok yakından tanımıyor, suyun gücünü akıp gittiği kadar sanıyorduk. Bir diğer yanda da Köy ve şehir yaşamı yüz yılların getirdiği dağ gibi sorunlara gebe idi. Tüm bunlara rağmen CUMHURİYET kazanımıyla çıkmıştık büyük savaşların ardından. Cumhuriyetin en önemli hedefi; TOPLUMUMUZU uygar yaşam düzeyine ulaştırmak ve çağın yakalanmasını sağlamaktı. Bu da; Bilgi ile, Bilimsellik ile, Ulusal Üretiminin teknolojiyle buluşması, kendi kaynaklarına dayalı Onurlu bir Ulusal yaşam biçimi ve Aydınlanmış kafalarla olabilirdi ancak.. O halde insanımız; bilgili olmalı, bildiğini uygulamalı, yaratıcı ve sorgulayıcı olmalıydı. Bütün bunları gerçekleştirebilecek bir sistem, bir model olmalıydı. İşte bu sistem KÖY ENSTİTÜLERİ idi. Köy Enstitüleri projesi ve uygulaması; Paylaşım için dünyanın yakıldığı, yıkılıp yok edildiği, yeni sömürgecilik modelinin başlatıldığı savaş yıllarına denk geldi. Ne alt yapı vardı ne de üst yapı. Savaş gürültüleri içinde sessiz ve derinden başlayan bir hareketti Köy Enstitüleri. Bu hareketi yaratan iki büyük insan; YÜCEL ve TONGUÇ Özverili ve pratiği çok çabuk yakalayabilen, yaratıcı Anadolu insanlarımızdı. O yaratıcılık pratiğine sahip diğer Anadolu insanlarımız gibi. Bir olanak sağlandığında, Anadolu insanımız bunu en iyi şekilde değerlendirmesini bilir. İşte bunu çok iyi bilen bu iki büyük insan, dünyada büyük utkular kazanan kumandan-ların yaptıkları gibi; karanlıkla savaşım alanın seçimini ve bu kutsal kavganın yöntemini tam bir doğrulukla belirle-mişlerdi. Köy Enstitülerinin; Eğitimin kutsal mabetleri olarak seçimi kadar, bu eğitim mabetlerinin kurulacağı yer ve yöreler de tam bir doğrulukla seçilmişti. Anadolu insanı,hiç yaşamadığı topraklardaki savaşlarda yüzyıllar boyu eriti-lip yok edilirken kendi topraklarında yokluğun,yoksulluğun ve cehaletin kör kuyularında kötü yazgısıyla baş başa bıra-kılmıştı.
İşte ilk kez birilerinin elleri uzanıyordu bu insanlara. Yerler arandı. İklimsel ve coğrafik özelliklerden doğal yapılara, yaşam öykülerini süsleyen isimlerin oluşturduğu bakir yerlere,yöresel ve bölgesel kültürel özelliklere kadar her şey dikkate alınarak, bölge halkının o andaki ve daha sonraki ekonomik yaşam ve yapıları da kurgulanarak yapıldı bu seçimler. AKSU, AKÇADAĞ, AKPINAR, ARİFİYE, BEŞİKDÜZÜ, CILAVUZ, ÇİFTELER, DİCLE, DÜZİÇİ, ERNİS, GÖNEN, GÖLKÖY, HASANOĞLAN, İVRİZ, KEPİRTEPE, KIZILÇULLU, ORTAKLAR, PAZARÖREN, PULUR, SAVAŞTEPE ve YILDIZELİ.
21 YERDE 21 GÜNEŞ BÖYLE PARILDADI.
Köy Enstitüleri sadece köye öğretmen yetiştirecek okullar değildi. Köy Enstitüleri; Eğitim ve üretim ile toplum arasındaki ilişkiler sistemine, Türk düşünürlerinin çok iyi bildiği fakat çıkar yolunu bir türlü bulamadıkları bir sorunun yanıtı, hiçbir ülkede eşi ve uygulaması görülmemiş yepyeni nitelikteki eğitim/üretim sisteminin çözümlenmiş bir sunumuydu.
Köy Enstitüleri; toplumsal geçişimizin niteliğini en iyi biçimde kavramış olan Kemalizm ilkelerine dayandırılarak batı uygarlığını anlayıp yorumlamaya çalışırken, diğer yandan bu uygarlığa geçiş yollarını, Türk toplumunun kendi yapı ve gereksinimlerine göre bulma yaratıcılığının eşsiz bir buluşudur. Köy Enstitüleri, eğitim davasına sadece bir çözümleme bulmakla ve bu çözümün doğruluğunu gösteren başarıları oluşturmakla kalmamış, aynı zamanda Türk toplumu üzerinde hiçbir eğitim kurumunun yapamadığı ölçüde kalıcı etkilerde bulunmuştur. Köy Enstitüleri; Altı yıl bile denemeyecek kadar kısa bir zaman süreci içinde: Eğitim, Hukuk, Yönetim, Kültür ve Düşün hayatı üzerinde pek az kişinin farkına vardığı ölçüde belirleyici ve kalıcı etkiler oluşturmuş ÖRNEK EĞİTİM KURUMLARIDIR.
Bu etkiler ve elbette bu kalıcı özellikler nedeniyle, Enstitüler; yıkıcı ve gerici tertiplere rağmen devam etmiş, bu nedenle günümüze değin varlıklarını güçlenerek sürdürmüşlerdir.
Evet; Dün eğitim ve öğretim böyle idi…ve İşte bunlardı Köy Enstitüleri
PEKİ, NASIL VE HANGİ GEREKÇELERLE KİMLER TARAFINDAN, NİÇİN KAPATILDI?
Köy Enstitüleri; (Demokrat Parti iktidarının bizzat ve planlı biçimde yazı ve yayın alanlarında etki gücü olan bir çok satılık kalem sahiplerini besleyip teşvik ettirdiği KARŞI DEVRİM çalışmalarına rağmen) Türkiye'nin; gelişme, çağı yakalama ve modernleşme yolundaki inanç ve isteğinin canlı taşıyıcıları olmuş, Türkiye'nin köy davasını uzak yörelerin dillerine ve beyinlerine kazıyan Makal'lardan tutuverin de on binlerce Enstitülüye kadar, en karanlık yıllarda bile, eğitimde yeni bir yapılanma modelinin örneği olarak sapa sağlam ve dimdik ayakta durmayı başarabilmişlerdir. Uzak veya yakın tarihimizde çoğu kez görülen örneklerin aksine, dağılıp kaybolan, yok olup unutulan kurumlardan biri olmamış, genç Türkiye'nin ve Türk Devrim tarihinin en görkemli yapıları olmuşlardır.
O günlerde Köylerimizin vasıflı ve beceri sahibi insan gücüne çok büyük gereksinimi vardı. Ne yazık ki bu gereksinim, Köy Enstitüleri kapatıldığı için günümüzde de hala sürüyor. Köy Enstitüleri; toplumun uyanıp, aydınlanmasını istemeyen, bu süreç ve sonuçtan ölesiye korkan karanlık güçler, toprak ağaları, işbirlikçiler ve gerici çevreler tarafından kapattırıldı. Köy Enstitülerinde; 40 000 Öğretmen, 5 000 Sağlık Memuru, 5 000 Ebe, 5 000 Ziraat Tenkisyeni, 1 000 Tarım Kooperatifçisi, 1 000 Ziraat öncüsü, 1 000 Nahiye Müdürü yetiştirilecek ve 1945-1955 yılları arasında bu alanlardaki sorunlar bitirilecek, daha 1960 yılına gelmeden okulsuz ve öğretmensiz tek bir köy kalmayacak, doğu hizmeti, rotasyon gibi sorunlarla ülkemiz hiçbir zaman tanışmayacaktı. Türkiye'nin 21 yerine Köy Enstitüsü, ayrıca Hasanoğlan'a da Yüksek Köy Enstitüsü kurulmuştu. Amaç, o bölgenin çocuklarının, o bölgenin öğretmen gereksinmesine göre yetiştirilmesi ve kendi yerleşim alanlarında görev yapmalarıydı. Eğer KÖY ENSTİTÜLERİNİN ÖNÜ KESİLMESEYDİ; •8 yıllık zorunlu temel eğitim, 1997'lere kalmadan daha o dönemde çözümlemiş olacaktı. •Öğrenciler ilgi ve yeteneklerine göre yetiştirilecekleri için,bu gün karşımıza çıkan meslek seçimi kararsızlıkları ve yanlışlıkları hiçbir zaman yaşanmayacaktı. •Köylerimiz teknolojinin verilerinden yararlanacak, köylülerimiz çağdaş ve modern bir yaşam içerisinde olacaktı. •Kız öğrenciler sayesinde köy kadını aydınlanacak aşırı nüfus artışı engellenecek, ana-çocuk sağlığı sorunu diye bir sorunu çoktan unutmuş olacaktık. •Günümüzde yaşadığımız ve temelinde üretim ve ekonomik nedenler olan, köyden kent'e göç ve bunun sonucunda oluşan gecekondulaşma olgusu olmayacak, "köyün kentleşmesi" hedeflenirken, günümüzdeki "kentin köyleşmesi" sorunu yaşanmayacaktı. •Topraksız kalmış insanlar sorununa, insansız kalan topraklar sorunu eklenmeyecekti. •Böylece "Orada, Uzaktaki Köy", hala uzakta kalmış köy olmayacaktı. Unutmayalım ki; gitmediğimiz bir yer bize ait değildir.
Köy Enstitüleri'nin kapatılması; toprak ağalarının, çıkarcı marjinal çevrelerin oy sayılarını tüm değerlerin üzerinde tutan çirkin politikacıların, popülist yaklaşımcıların, satılık kalemlerin ve Karşı Devrimci gerici takımının işbirliktelikleri ve kışkırtmaları sonucu gerçekleşmiştir.
Onlara göre; sözde dinsiz, Allah'sız ve ahlaksız solcuların, komünistlerin tümü öcü idi ve geliyorlardı.
Aslında gerici ve çıkar çevrelerinin beklentileri ve korkuları; ne solcular, ne komünistler, ne din kaygısı ve ne de iktidara taşıdıkları sağcılar'dı. Karanlığın kan emici yarasaları sadece aydınlıktan ve ışıktan korkar. İşte yok etmek istedikleri bu AYDINLIK ve PIRIL PIRIL ONURLU gelecekti. Çünkü böyle bir gelecekte onlara asla yer olmayacaktı. Asıl korktukları bu idi ve bundan korkuyorlardı. Çünkü; Artık insanımız, özellikle köyümüz ve köylümüz uyanıyor, "çekirdek"ten yetişmeye başlıyordu. Kimsenin beynine hükmedemeyecekleri "Aydın bir kuşak" oluşuyor ve onlar gümbür gümbür geliyordu. Toprak dağılımındaki dengesizliğe karşı; bilimsel, demokratik bir mücadele ve başkaldırı geliyordu. Toprak reformunu başka bir anlamıyla, halkın kendisi gerçekleştirecekti. Bu kan emici çevrelerin korktukları tek şey, bir halk hareketinin oluşmasıydı. Eğitim yoluyla oluşturulacak, haklı ve güçlü bir halk hareketi karşısında feodal yapının, ağalık sisteminin gücü ne olabilirdi ki? Kan emici ve işbirlikçi bu çevreler, tüm bu olup bitenlerin en başından beri farkında ve bilincindeydi, düzenleri artık iyiden iyiye çökmeye başlayacak, "ağa öyle istiyor, öyle olacak" saltanatı sona erecekti .
Türkiye' nin çok partili sisteme geçişiyle birlikte(1946), siyasetimiz de çalkantılı bir döneme girmişti.
Atatürk İlke ve Devrimlerini hedef alma yürekliliği gösteremeyen, her yobaz ve işbirlikçinin yaptığı gibi "Sahibine sövemiyorsan, eşeğinin semerine söv" yöntem ve bilinci ile, Köy Enstitüleri hedef olarak alınıp, yerden yere vurulmaya başlandı.
Öte yandan CHP'nin de demokrasiden ve eğitimden ödün verircesine, aydınlık geleceğimizi yaratacak olan bu projenin mimarları; Hasan Ali YÜCEL, İsmail Hakkı TONGUÇ ve arkadaşlarını Milli Eğitim Bakanlığı'ndan uzaklaştırması sonucu, bu çevrelere tam anlamıyla gün doğmuştu.
Artık o efsane isimler ve kadrolar yoktu.
Burada sorgulama ve belirleme olması açısından şunu ifade etmek istiyorum;
CHP; bu davranışı ile kendi aydınlanma projesinin önünü yine kendisi kesmiş, bunu; iktidarını sürdürebilmek, 3-5 ağanın oy'unu almak adına, yada başka nedenlerle yapmıştır. Her ne neden veya nedenlere, yada ne adına yapmış olursa olsun, sonuç olarak CHP o beklentisine HİÇ BİR ZAMAN kavuşamamıştır. Ama Atatürk karşıtları, KARŞI DEVRİMCİLER arzularına fazlasıyla kavuşmuşlardır. Ne gariptir ki, onların önünü açan da CHP olmuştur. Bu sonuç, en büyük vebal ve sorumluluğuyla C.H.P.'nin omuzlarındadır.
Toplumun aydınlanması ve toplumu demokratikleşmeye götürecek olan Köy Enstitüleri'nin kapatılması için çıkarcı ve gerici çevreler ise, bu konuda üzerlerine düşen ne varsa, zaten onları yapmaktan hiçbir zaman çekinmemişlerdir.
Toplumun gözünün açılması ve uyanması, karşısında artık varolmayacaklarının bilincinde olan bu asalak çevreler, çok partili sisteme geçildiğinde ise mevcut ortamdan ve koşullardan yararlanarak; bilimsel, çağdaş ve laik eğitimin önünü tıkamışlar, bundan sonraki süreçte de ülkeyi adeta imam hatip okullarıyla bezeyerek kendi potansiyel oy kaynaklarını yaratacak süreci başlatmışlardır.
1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle Köy Enstitülerinin programı, öğretmen okullarının programıyla birleştirilmiş (1951), ve 1954 yılında çıkarılan 6234 sayılı yasayla tümden kapatılmıştır.
...Van, aşiret reislerinden ve aynı zamanda DP'den milletvekili olan Kinyas Kartal'a, Köy Enstitüleri'nin niçin kapatıldığı, kapatılma konusunun temelinde gerçekten komünizm faktörü vardı da bu kapatılma onun için mi gerçekleştirilmişti? şeklinde sorulan bir soru üzerine; Köy Enstitülerinin komünist yuvası olmadığını vurgulayarak şöyle yanıt vermiştir:
"...Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Burada yaşayanlar devletten daha çok bana bağlıdırlar. Sözümü dinlerler. Benim köyümden iki çocuğu alıp Malatya'daki Akçadağ Köy Enstitüsü'ne götürdüler. Çocuklar giderken doğru dürüst Türkçe bilmiyorlardı. Orada eğitildiler, yetiştirildiler. Bana da baskıyla iki köye okul yaptırdılar. Çocuklar, okullara gelip öğretmen oldular. Öğrendiklerini öğrencilerine, ailelerine ve köylüye öğrettiler. Köylüler Türkçe öğrendiler. İki yıl öncesine kadar köylünün tüm işlerini benim adamlarım yapar, Mektuplarına kadar onlar yazar, devlet kapısındaki işleri onlar takip ederdi. Bütün bunlar ortadan kalktı. Sözlerimden uzaklaşır oldular.. Tüm bunlara Rusya'da eğitim görmüş, Rus ordusunda subaylık yapmış olan ben dahi izin veremezdim."
Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere; İnsanlara karanlığı reva görmek isteyen çıkarcı gruplar, kendilerini toprağa ve aynı zamanda insanlara da sahip olarak görüyorlardı. Onlar üzerinde, sözde, her türlü hakları vardı.
İşte Köy Enstitüleri bu yüzden kapatıldı. Komünizm ise sadece görünürde bir bahane olarak kullanıldı.
"...Enstitü çalışmaları; gerektiğinde değişken, ama bitmeyen, her zaman süreklilik gösteren bir uygulama içinde yapılırdı. Okul hiç kapanmazdı Öğrenciler kısa süreli izinlere, staj ve inceleme gezilerine, başka enstitülerin yardımına giderdi . Mezun olanların enstitü ile ilişikleri kesilmezdi. Öğretmen olarak Köyde görev yaparken de çeşitli noksanlarımız tamamlanır, ortaya çıkan yeni ihtiyaçlarımızın giderilmesi için yardım edilirdi. Öğretmenler,açılan eğitim kurslarında yeni gelişmeleri izleyip kendi deneylerini, karşılaştıkları zorlukları ortaya atarlardı. Bunlara ortak çözümler üretirdik. Bu kurumlar yalnız mezunlarına değil, onların ana-babalarına ve tüm köylülerin yararlanmasına da açıktı. Köy Enstitüleri, köylüye yol gösterici ve rehberlik ediciydi. Kapanmamış olsaydılar her bölgedeki enstitü o bölge halkı için sürekli eğitim yapan bir merkez durumunda olacaktı..."
Böyle diyor Sayın Pakize TÜRKOĞLU.
Evet, Köy Enstitülerinin en temel hareket noktası "EĞİTİM, ÜRETİM İÇİNDİR" sloganında özetlenirdi.
..nereden nereye, değil mi?
Çok yazık...
M. Ruhi SAYMAN 19.03.2006

2.konu:
Yücel ve Köy Enstitüleri
Eğitim alanında kırsal kesimde yaşayan halk ile kentliler arasındaki bozuk dengeyi eşitlemek ve köy halkına pratik bilgi vermek amacıyla 1936'ta Saffet Arıkan'ın Vekilliği döneminde Köy Eğitmeni projesi uygulamasına başlanır. Askerliğini onbaşı veya çavuş olarak yapan gençler, Ziraat Bakanlığı'nın işbirliğiyle, modern tarım tekniklerini uygulayan Mahmudiye Devlet Üretme Çiftliği'nde yetiştirilerek köylere gönderilir. Amaç, köye hem bir öğretmen hem de modern üretim araçları ve tarım yöntemleri sağlamak ve eğitimin mali yükünü hafifletmektir. İsmail Hakkı Tonguç yönetiminde başlanan bu projenin başarılı olması üzerine 1937 ve 1939 yıllarında çıkarılan yasalarla köy eğitmeni yetiştirme deneyimi yaygınlaştırılır. Kırsal kesime yönelik bu eğitim uygulaması hiç şüphesiz daha sonra kurulan Köy Enstitüleri için uygun koşullar yaratmış ve Köy Enstitüleri'ne geçişi kolaylaştırmıştır. Yücel, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşmasında Enstitülerin özelliğini ve daha önceki kuruluşlardan farklılığını vurgular: "Biz bu müesseselere köy öğretmen okulu demedik. Çünkü evvelce bu isimde müesseseler vardı. Bunları ona bağlamak istemedik. Bunlar yepyeni şeylerdir. Enstitü kelimesini biz frenklerin telaffuz ettiği tarzda aldık ve buna alıştık. [...] Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde nazarî tedrisat yapılan bir müessese olarak almadık. İçerisinde ziraat sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi amelî bir takım faaliyetler de bulunduğu için okul adı ile anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi muvafık gördük." Köy Enstitüleri Kanunu'yla ilgili tartışmalar sırasında Yücel, bu hareketin toplumda kentten uzak kalmış yeni bir sınıf yaratacağı iddialarını şiddetle reddeder. Karşıt görüşte olanlar, bundan başka, Köy Enstitüleri'nin gerek kuruluş ve gerekse öğretim yöntemini eleştirmişlerdir. Bu bağlamda ifade edilen kaygı ve düşünceler, köylülerin parasız çalıştırılarak acımasızca istismar edileceği, kız-erkek bir arada eğitim görmelerinin ahlak anlayışına aykırı olduğu, Köy Enstitüleri'nin keyfi olarak geliştirilmiş bir model olduğu ve sonuçta da "yarım münevver" yetişeceğidir. Yoğun bir çaba göstererek bu projeyi gerçekleştirmeye çalışan Yücel ise, tutarlı bir eğitim uygulamasıyla Türkiye'deki öğretmen açığının 15 yıl gibi kısa bir zaman içersinde kapatılabileceğini vurgular. 17 Nisan 1940'ta Köy Enstitüleri Yasası çıkarılarak köy okullarında görev alacak olan öğretmenleri yetiştirmek üzere kent ve kasabalardan uzak, geniş arazisi bulunan uygun yerlerde Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır. "Köy Enstitülerinde devletin az bir yardımı ile, öğretmen adayları, iş içinde çalışarak hem kendi barınaklarını, dersliklerini ve diğer gereksinimlerini, çalışma yerlerini yapmışlar; hem de gereken genel kültür ile meslekî bilgileri ve tarım çalışmaları yaparak köy için gerekli olan beceriyi kazanmışlardır. Bunlar, işi bilen öğretmen ve usta öğreticilerin rehberliği altında gerçekleşmiştir." 1942-43 öğretim yılında, Köy Enstitüleri'ne öğretmen, bölge okullarına yönetici, gezici başöğretmen, ilköğretim müfettişi ve kesim müfettişi yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde Yüksek Köy Enstitüsü açılır. Enstitülerin ilk resmî öğretim programı 1943 yılında yayımlanmıştır. Programa göre, ilkokulu bitiren çocuklar sınavla Köy Enstitülerine alınır ve karma eğitim uygulanır. Toplam beş yıl süren öğretim zamanının yarısı kültür derslerine, dörtte biri tarım dersleri ve çalışmalarına, dörtte biri de sanat ya da teknik derslere ve çalışmalara ayrılmıştır. Bütün derslerde ve çalışmalardaki temel yöntemin 'yaparak öğrenme' ilkesi olduğu söylenebilir. Gerek öğretimin eğitsel bir biçimde yapılmasında, okuldaki toplumsal ortamın yaratılmasında ve gerekse toprakların işlenip uygar bir eğitim kurumunun oluşmasında öğrenci - öğretmen ilişkilerinin bir aile yuvasındaki gibi içten oluşunun büyük rolü olmuştur. Zamanla sayıları 21'i bulan Köy Enstitüleri 1944'ten itibaren yılda ortalama 2000 öğretmen mezun etmeye başlar. Köylere gönderilen öğretmenlere tarım araç ve gereçleri ile üretimde bulunmak ve gelirinden yararlanmak üzere tarla ve irat hayvanları verilir. Öğretmenlerin ödevleri 1942 yılında çıkan 'Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu'nda belirlenmiş ve 'okul ve kurslarla ilgili işler' ve 'köy halkını yetiştirmekle ilgili işler' diye ikiye bölünmüştür. Ulaşılmak istenen hedef, Atatürk'ün halkçılık ilkelerine uygun olarak, geniş halk kitlelerinin eğitim düzeyini yükseltmek, böylece reformların yerleşmesi için gerekli koşulları yaratmak, halkın politik, ekonomik ve kültürel yaşama aktif olarak katılmasını sağlamak ve aynı zamanda kendi hakları konusunda bilinçlendirmektir. Enstitüler, geniş bir halk kütlesine ulaşan bir eğitim ve kalkınma etkinliği olması dolayısıyla ülkenin gelişmesinde en büyük katalizör olarak görülebilir. Nitekim daha başlangıç noktasında kalan bu eğitim modelinin başarısı, 1946'ya kadar köylerdeki öğretmen açığını kapatan 16.400 kadın ve erkek öğretmen ile 7300 sağlık memuru ve 8756 eğitmen yetiştirmiş olmasıdır. Mezunlar arasında Mehmet Başaran (doğ.1926), Talip Apaydın (doğ.1926), Fakir Baykurt (doğ.1929) ve Mahmut Makal (doğ. 1933) gibi yazarlar da bulunmaktadır. Şiir, hikaye ve romanlarında köy sorunlarını işleyen bu yazarlar, sosyal, kültürel ve siyasal etkinlikler de göstererek köy insanının dünyası için bilinç yaratmışlardır. Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitimin etkisiyle, okula ve sınıflara giremeyen eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Köy Enstitüleri bunların somut birer örneğini vermiştir. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır. İşte; Hasan Âli Yücel'in asıl başarısı, bu projeyi Büyük Millet Meclisi'ndeki şiddetli eleştirilere karşın Meclis Genel Kurulundan geçirterek, İsmail Hakkı Tonguç'un yetki ve sorumluluğunda somut bir uygulama olarak gerçekleştirmiş ve Ülkemize kazandırmış olmasıdır.


Yahoo! kullaniyor musunuz?
Istenmeyen postadan biktiniz mi? Istenmeyen postadan en iyi korunma Yahoo! Posta'da
http://tr.mail.yahoo.com
__._,_.___

Sema Karaoglu, Founder               Meltem Birkegren, Director
www.DofA.org
www.wearetheturks.org

Daughters of Atat�rk is proud to promote Turkish Heritage across the globe. Mustafa Kemal Atat�rk shaped the legacy we proudly inherited.
His integrity and dynamism and vision constantly inspires us. We are thankful to him for walking the untrodden path, achieving the unimaginable dream, living the eternal vision. We are the Turks, we are the future of Turkey.




Your email settings: Individual Email|Traditional
Change settings via the Web (Yahoo! ID required)
Change settings via email: Switch delivery to Daily Digest | Switch to Fully Featured
Visit Your Group | Yahoo! Groups Terms of Use | Unsubscribe

__,_._,___

Hiç yorum yok: